EN'ÂM-110

Anasayfa » EN'ÂM Suresi » EN'ÂM-110
share on facebook  tweet  share on google  print  

EN'ÂM-110

"EN'ÂM Suresi" için, toplam 1 sonuç arasından 1 - 1 arası sonuçlar

<<<<<6/EN'ÂM-110>>>>>

Bismillâhirrahmânirrahîm

وَنُقَلِّبُ أَفْئِدَتَهُمْ وَأَبْصَارَهُمْ كَمَا لَمْ يُؤْمِنُواْ بِهِ أَوَّلَ مَرَّةٍ وَنَذَرُهُمْ فِي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ

Ve nukallibu ef’idetehum ve ebsârehum kemâ lem yu’minû bihî evvele merretin ve nezeruhum fî tugyânihim ya’mehûn(ya’mehûne).

Ve onların fuad hassalarını (nefsin kalbinin idrak hassalarını) ve basiretlerini (nefsin kalp gözünün görme hassalarını) evvelce O'na inanmadıkları (mü'min olmadıkları) ilk zamanki hallerine çeviririz. Onları, azgınlıkları içinde şaşkın bırakırız.  

 

1. ve nukallibu : ve çeviririz, döndürürüz
2. ef'idete-hum : onların fuad hassaları (nefslerinin kalbinin idrak hassaları)
3. ve ebsâre-hum : ve onların basiretleri, kalp gözünün görme hassaları
4. kemâ : gibi
5. lem yu'minû : îmân etmediler (mü'min olmadılar)
6. bi-hî : ona
7. evvele : evvel, ilk
8. merretin : defa
9. ve nezeru-hum : ve onları terkederiz
10. : içinde
11. tugyâni-him : tuğyanları, taşkınlıkları
12. ya'mehûne : bocalıyorlar, şaşırıyorlar

AÇIKLAMA

Bismillâhirrahmânirrahîm

Allahû Tealâ insanların mü'min olmadıkları zamanki durumlarını anlatırken, "fuad" kelimesini kullanmamaktadır. Kalbin çoğulu olan "kulûb" kelimesini kullanarak; "Onların kalpleri vardır, onunla fıkıh etmezler, idrak etmezler." buyurmaktadır.

Allahû Tealâ, bir insanı daimî zikre ulaştırdığı zaman onun kalbindeki fıkıh hassası, fuad adını alır. Fuad hassası, kalpteki görme hassasının dışındaki diğer şeyleri bütünüyle ifade ettiği gibi, kalbin özellikle idrak hassasını ifade eder. Allahû Tealâ, bir insanı daimî zikirden evvel, kalp gözünün çalıştığı bir noktaya ulaştırmışsa ve buna rağmen o insan, Allahû Tealâ'nın yolundan çıkmışsa, kalbindeki fuad hassası, Allahû Tealâ tarafından yok edilir. Kalp gözünün görme yani kalbin basar hassası yok olur. Ve kişi, mü'min olmadığı devredeki haline döner. Allahû Tealâ, o kişinin kalbinden tekrar îmân kelimesini alarak küfür kelimesini tabeder. Bu sebeple üçüncü fıska düşmüşse artık o insan için kurtuluş söz konusu değildir.

Burada Allahû Tealâ'nın çok önemli bir işareti vardır. Bu âyet-i kerimede Allahû Tealâ, kalbin özelliklerini geri aldığı zaman, kalbin eski haline dönüşünden bahsetmektedir. "Mü'min olmadıkları, îmân etmedikleri ilk zamanki hallerine döndürülür." buyuruyor.

7/A'RÂF-110: Yurîdu en yuhricekum min ardıkum, fe mâzâ te’murûn(te’murûne).

(Firavun, Musa (A.S) hakkında kavminin ileri gelenlerine sordu:) “Sizi topraklarınızdan (arzınızdan) çıkarmak istiyor. O halde ne dersiniz (ne yapılmasını istersiniz)?”

Resûlün Allah'a ulaşmayı dileme davetine verdikleri cevaba göre insanlar gruplara ayrılır ve davete icabet etmeyen 3 grup insan vardır. Allah onlara engeller koyar.

1. grup: Resûlün Allah'a ulaşma davetinden yüz çevirenlerdir. Bunlar tebliğe muhatap olurlar ve davete icabet etmezler. Ama resûlle de tartışmazlar. Sadece arkalarını döner giderler. Başka insanların hidayetine de mani olmazlar. Allah bu kişilerin hassalarına engel koyar.

2/BAKARA-6: İnnellezîne keferû sevâun aleyhim e enzertehum em lem tunzirhum lâ yu’minûn(yu’minûne).

Onlar muhakkak ki kâfirdirler. Onları ikaz etsen de etmesen de onlar için eşittir (birdir), mü'min olmazlar.

2/BAKARA-7: Hatemallâhu alâ kulûbihim ve alâ sem’ıhim, ve alâ ebsârihim gışâveh(gışâvetun), ve lehum azâbun azîm(azîmun).

Allah onların kalplerinin üzerini ve işitme (sem'î) hassasının üzerini mühürledi ve görme (basar) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Onlar için azîm (büyük) azap vardır.

45/CÂSİYE-23: E fe reeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveh(gışâveten), fe men yehdîhi min ba’dillâh(ba’dillâhi), e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).

Hevasını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Bu durumda Allah'tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?

2. grup: Resûlün Allah'a ulaşma davetine muhatap olduktan sonra sadece davetten yüz çevirmekle kalmazlar. Resûlle mücâdele ederler. Allah bu kişilerin uzuvlarına (organlarına) engel koyar.

17/İSRÂ-45: Ve izâ kara’tel kur’âne cealnâ beyneke ve beynellezîne lâ yu’minûne bil âhıreti hicâben mestûrâ(mestûren).

Sen Kur'ân'ı kıraat ettiğin (okuduğun) zaman, seninle ahirete (ölmeden evvel Allah'a ulaşmaya ve kıyâmet gününe) inanmayanlar arasına hicab-ı mesture kıldık (gözlerinin üzerine, seni peygamber olarak görmelerini engelleyen bir perde koyduk).

17/İSRÂ-46: Ve cealnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhu ve fî âzânihim vakrâ(vakran), ve izâ zekerte rabbeke fîl kur’âni vahdehu vellev alâ edbârihim nufûrâ(nufûren).

O'nu (Kur'ân'ı), fıkıh (idrak) etmelerine karşı, (fıkıh edemesinler diye) kalplerinin üzerine ekinnet ve onların kulaklarına vakra (işitme engeli) kıldık. Ve sen, Kur'ân'da Rabbinin tekliğini zikrettiğin zaman nefretle arkalarına döndüler.

3. grup: Bu kişiler, Resûlün, Allah'a ulaşma davetinden yüz çevirmekle kalmazlar. Başka insanların da hidayet üzere olmalarına (ve hidayete ermelerine) mani olurlar. Allah, bu kişilerin hem hassalarına hem de uzuvlarına (organlarına) engel koyar. Bunların gözleri görmez, kulakları duymaz ve kalpleri fıkıh etmez.

7/A'RÂF-179: Ve lekad zere’nâ li cehenneme kesîren minel cinni vel insi lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike kel en’âmi bel hum edallu, ulâike humul gâfilûn(gâfilûne).

Ve andolsun ki; cehennemi, insanların ve cinlerin çoğuna hazırladık (yarattık). Onların kalpleri vardır, onunla fıkıh (idrak) etmezler. Onların gözleri vardır, onunla görmezler. Onların kulakları vardır, onunla işitmezler. Onlar hayvanlar gibidir. Hatta daha çok dalâlettedirler. İşte onlar, onlar gâfillerdir.

Bu kişiler başkalarının dalâlette kalmalarına sebep olurlar. Bu kişilerin üzerinde, dalâlette kalmasına sebep oldukları insanların vebali vardır. Bu sebeple Allah, bu kişilere en az iki kat azap verecektir.

33/AHZÂB-67: Ve kâlû rabbenâ innâ ata’nâ sâdetenâ ve kuberâenâ fe edallûnes sebîl(sebîlâ).

Ve cehennemde olanlar derler ki: "Yarabbi, muhakkak ki biz, sâdatlarımıza (dînde ileri gidenlerimize) ve küberamıza (büyüklerimize) itaat ettik. Ve böylece Senin yolundan (Sıratı Mustakîmi'nden) saptık."

33/AHZÂB-68: Rabbenâ âtihim dı’feyni minel azâbi vel anhum la’nen kebîrâ(kebîren).

Rabbimiz, onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lânetle lânetle.

Kişi bir gün Allah'a ulaşmayı dileme davetine icabet ederse, Allah o kişiye furkanlar verir.

8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).

Ey âmenû olanlar! Allah'a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.

Ve bu sayede daha önce Allah'a ulaşmayı dilemediği için koyulmuş olan bütün engelleri Allah kaldırır. Engelleri kaldırdıktan sonra Resûlün sözlerini idrak edebilsin diye ihbat koyar.

22/HACC-54: Ve li ya’lemellezîne ûtul ılme ennehul hakku min rabbike fe yu’minû bihî fe tuhbite lehu kulûbuhum, ve innallâhe le hâdillezîne âmenû ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).

Ve kendilerine ilim verilenlerin, onun (irşad makamının, Velî Resûl'ün, Nebî Resûl'ün) söylediklerinin Rabbinden bir hak olduğunu bilmeleri, O'na îmân etmeleri, onların kalplerinin O'nu (Allah'ı) idrak etmesi (kalplerinden ekinnetin alınıp yerine ihbat sistemi konarak kalplerin mutmain olması) içindir. Muhakkak ki Allah, âmenû olanları (Allah'a ulaşmayı dileyenleri) mutlaka Sıratı Mustakîm'e hidayet edendir.

Öyleyse görmeyen, işitmeyen, idrak edemeyen insan, Allah'a ulaşmayı dilediği zaman Allah'ın müdahaleleriyle görür, işitir ve idrak eder. Görme ve işitme, baş gözü ve baş kulağına aittir. Ama idrak, kalpte olgunlaşan bir meyvedir. Bu noktada kalpteki fuad hassası henüz yoktur. Kalp, ihbatla idrak eder yani fıkıh eder. Ne zaman ki; o kişinin, kalbindeki göz görmeye, kulak işitmeye başlar, o zaman kişinin kalbindeki fıkıh hassası, fuad hassasına dönüşür. Bu, kişinin ölüyken dirilmesi halidir. Allah'ın dizaynını "ölü" olarak anlayamadığı noktadan, "diri" olarak anladığı bir dizayna ulaşması halidir.

Bir kalpte idraki önleyen bir müessese (ekinnet) varsa o kalp için Allahû Tealâ'nın kullandığı ifade onların idrak (fıkıh) etmedikleridir.

7/A'RÂF-179: Ve lekad zere’nâ li cehenneme kesîren minel cinni vel insi lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike kel en’âmi bel hum edallu, ulâike humul gâfilûn(gâfilûne).

Ve andolsun ki; cehennemi, insanların ve cinlerin çoğuna hazırladık (yarattık). Onların kalpleri vardır, onunla fıkıh (idrak) etmezler. Onların gözleri vardır, onunla görmezler. Onların kulakları vardır, onunla işitmezler. Onlar hayvanlar gibidir. Hatta daha çok dalâlettedirler. İşte onlar, onlar gâfillerdir.

Bu, bir kişinin baş gözünün, baş kulağının açıldığı ve kişinin kalbinde sadece idrakin var olduğu bir noktadır. Kişi, bu standartlarda mürşidine ulaşır. Allahû Tealâ, onun kalbinin mührünü açar, kalbindeki "küfür" kelimesini alır, yerine "îmân" kelimesini yazar. Fıkıh eden bu kişinin kalbinde henüz "basar" adlı görme müessesesi çalışmaz. Henüz kalbin "sem'î" isimli işitme hassası çalışmaz. Ve henüz kişi fıkıh etmenin ötesine, "fuad hassasına" ulaşmış değildir. İşte Allahû Tealâ'nın "fuad" dediği standart, bu âyet-i kerimede kalp gözünün, görme hassasının ötesindeki kalbe ait herşeyi kapsar.

Öyleyse bir insanın kalp gözünün gördüğü yerde, kalbindeki basiret çalışmaya başlamıştır. Kalp gözünün basiret (görme) hassası, görmeye başlamıştır. Bu, basiretin faaliyete geçtiği andır. Artık kişi basiretin, kalp gözüyle görmenin sahibidir. Kalbindeki sem'î isimli işitme hassasının sahibidir ve kalp kulağıyla işitir.

Allahû Tealâ, Kur'ân-ı Kerim'de, kalp gözündeki görme hassasını "basar", baş gözünün görmesini "rüyet" olarak değerlendirmektedir. Kalp kulağı ve baş kulağı için de "sem'î" isimli işitme hassasını kullanmaktadır. İşte fıkıhtan fuada geçiş, öyle bir dizayn oluşturacaktır ki; kişinin kalp gözü görmeye, kalp kulağı da işitmeye başlamış olacaktır. Burada kişi kalp gözünün, basiretin, kalp kulağının ve fuadın sahibi olur. Kişinin iç dünyasında, fiziğin ötesine geçişin temel şartları sağlanmıştır.

Eğer Allahû Tealâ kişinin, daimî zikre ulaşmadan ya da çok daha evvel kalp gözünü, kalp kulağını açarsa ve bu noktadan sonra şeytan, onu fıska düşürmeyi başarırsa, o zaman bu kişinin Allahû Tealâ tarafından verilen fuad ve basar hassası geriye alınır. Onun, kalbinde küfür yazılı olduğu devredeki dizayna geri dönmesi söz konusu olur.

Üç safha için Allahû Tealâ, farklı deyimler kullanmaktadır. Allah'a ulaşma davetinden yüz çevirdiği başlangıç seviyesinde kişi ölüdür. Baş kulaklarında vakra vardır; irşad makamının söylediklerini işitmez. Baş gözlerinde hicab-ı mesture vardır; irşad makamına bakar ama görmez. Kalbinde ekinnet vardır; onun söylediklerini idrak edemez.

Bir başka ifadeyle bazen Allahû Tealâ, fuad konusunda idraki de devreye katar ve muhtevayı tamamlayan bir faktör olarak kullanır. Kalbin, basiret adlı görme hassasının dışındaki bütün hassalarına sahip olduğu ve Allah'ın o kişinin kalp gözünü ve kalp kulağını açtıktan sonra, kişinin, fiziğin ötesini görmeye ve Allah'ın sesini işitmeye başlamasından sonraki durumu, o kalpte fuadın yerleşmiş olduğu bir durumdur.

Burada Allahû Tealâ, sadece iki kelime kullanmıştır: "Basiret ve Fuad." Fuad, basiretin dışındaki çok şeyi ifade eder; hem işitme hassasını, hem idrak hassasını. Fuad da fıkhın ötesinde üst seviye, bir idrak hassası vardır. Fuad da işitme hassası vardır; Allah'ın söylediklerini işitmek. Fıkıhta ise irşad makamının söylediklerini işitmek, okuduklarını anlama seviyesine ulaşmak. Böylece kişinin, kalbin idrak seviyesine sahip olması söz konusudur. Bu fuad değildir. Bu fıkıhtır. Ama ne zaman ki; Allah'ın söylediklerini kalbinizle işitmeye başlarsanız, Allah'ın gösterdiklerini kalbinizle görmeye başlarsanız, o zaman kalbinizdeki idrakin adı, fıkıh olmaz, fuad olur. Fuad, bu idrakle beraber görme hassasını da içine alır. Basiretin ötesindeki, kalbin görme hassasının ötesindeki, işitme hassası ve idrak hassası fuad ismiyle adlandırılır. Burası üçüncü seviyedir ve üst seviye bir olaydır.

Bu âyette Allahû Tealâ böyle bir alternatifte ne yapacağını söylemektedir. O kişi fuadın sahibi olmuş, basireti açılmıştır. Ama ondan sonra da irşad makamından şüphe ederek fıska düşmüştür. Bu noktada diyor Allahû Tealâ: "Onlardaki fuad hassalarını, hem onların üst seviyedeki idraklerini (fuad seviyesindeki kalplerin idraklerini), hem onların üst seviyedeki Allah'ın söylediklerini işitebilecek olan sem'î hassalarını, hem onların kalplerindeki basiret isimli kalp gözüyle görme hassalarını eski şekline çeviririz. Kalp gözleri göremez, kalp kulakları işitemez, kalp artık fuad da edemez, idrak de edemez. Kişi mü'min olmadığı noktaya geri döner."

Allahû Tealâ, âyetin sonunda hidayete ermemiş olanların şaşkınlıkları,eski hallerine geri dönüşleri; kalplerindeki îmân kelimesini Allahû Tealâ'nın alması ve onları tekrar küfre geri döndürmesi şeklinde tecelli etmektedir.

7/A'RÂF-186: Men yudlilillâhu fe lâ hâdiye leh(lehu), ve yezeruhum fî tugyânihim ya’mehûn(ya’mehûne).

Allah kimi dalâlette bırakırsa, artık onun için bir hidayetçi (hidayete erdiren) yoktur. Ve onları azgınlıkları (isyanları) içinde şaşkın (bir halde) terkeder (bırakır).

Onlar isyanda oldukları için, Allah'a ulaşmayı dilemedikleri ve başkalarını da Allah'a ulaşmayı dilemekten men ederek, yeryüzünde fesat çıkardıkları için Allahû Tealâ da onları dostları arasında tutmamaktadır.

13/RA'D-25: Vellezîne yankudûne ahdallâhi min ba’di mîsâkıhi ve yaktaûne mâ emerallâhu bihi en yûsale ve yufsidûne fîl ardı ulâike lehumul la’netu ve lehum sûud dâr(dâri).

Onlar, misaklerinden sonra (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini teslim edeceklerine dair ezelde Allah'a misak verdikten sonra) Allah'ın ahdini bozarlar (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah'a teslim etmezler). Ve Allah'ın, O'na (Allah'a) ulaştırılmasını emrettiği şeyi keserler (ruhlarını Allah'a ulaştırmazlar). Ve yeryüzünde fesat çıkarırlar (başka insanların da Sıratı Mustakîm'e ulaşmalarına mani oldukları için fesat çıkarırlar). Lânet onlar içindir. Ve yurdun kötüsü (cehennem) onlar içindir.

 

6/EN'ÂM-110

Bismillâhirrahmânirrahîm

İmam İskender Ali Mihr : Ve onların fuad hassalarını (nefsin kalbinin idrak hassalarını) ve basiretlerini (nefsin kalp gözünün görme hassalarını) evvelce O'na inanmadıkları (mü'min olmadıkları) ilk zamanki hallerine çeviririz. Onları, azgınlıkları içinde şaşkın bırakırız.
Diyanet İşleri : Biz onların kalplerini ve gözlerini ters döndürürüz de ilkin ona iman etmedikleri gibi (mucize geldikten sonra da inanmazlar) ve yine onları azgınlıkları içinde bırakırız da bocalar dururlar.
Abdulbaki Gölpınarlı : Biz, onların gönüllerini, gözlerini tersine çevirmişiz, evvelce inanmadıkları gibi gene inanmazlar ve biz, onları taşkınlıklarında şaşkın bir halde terketmişiz.
Adem Uğur : Yine O'na iman etmedikleri ilk durumdaki gibi onların gönüllerini ve gözlerini ters çeviririz. Ve onları şaşkın olarak azgınlıkları içerisinde bırakırız.
Ahmed Hulusi : Onların fuadlarını (Esmâ mânâ özelliklerini şuura yansıtıcılar - kalp nöronları) ve gözlerini (görüp değerlendirme) kalbederiz (kilitleriz), başta (mucize gelmeden önce) ona iman etmedikleri gibi! Onları kendi taşkınlıklarında kör ve şaşkın, bocalar durumda, kendi hâllerine terk ederiz!
Ahmet Tekin : Biz onların gönüllerini, akıllarını bir tarafa, gözlerini bir tarafa çeviririz. İlk defa iman etmedikleri gibi, hakkı anlamazlar, Kur’ân’ı görmezler, iman etmezler. Biz de onları taşkınlıkları içinde bocalar vaziyette bırakırız.
Ahmet Varol : Ona ilk keresinde iman etmedikleri gibi biz onların kalplerini ve gözlerini çeviririz ve kendilerini taşkınlıkları içinde bocalar halde bırakırız.
Ali Bulaç : Biz onların kalplerini ve gözlerini, ilkin inanmadıkları gibi tersine çeviririz ve onları tuğyanları içinde şaşkınca dolaşır bir durumda terkederiz.
Ali Fikri Yavuz : Biz onların kalblerini ve gözlerini, gerçeği anlayıp görmekten çeviririz; ilk önce buna iman etmedikleri hal üzere kendilerini bırakıveririz de azgınlıkları içinde dalıp giderler.
Bekir Sadak : Onlarin kalblerini, gozlerini, ona ilk defa inanmadiklari gibi ceviririz; onlari taskinliklari icinde saskin saskin birakiriz.*
Celal Yıldırım : Onların gönüllerini ve gözlerini İlk önce inanmadıkları gibi ters çeviririz ve kendilerini azgınlıkları içinde bırakırız da bocalayıp dururlar.
Diyanet İşleri (eski) : Onların kalblerini, gözlerini, ona ilk defa inanmadıkları gibi çeviririz; onları taşkınlıkları içinde şaşkın şaşkın bırakırız.
Diyanet Vakfi : Yine O'na iman etmedikleri ilk durumdaki gibi onların gönüllerini ve gözlerini ters çeviririz. Ve onları şaşkın olarak azgınlıkları içerisinde bırakırız.
Edip Yüksel : İlk başta inanmamaya karar verdikleri için anlaklarını ve gözlerini çevirip azgınlıkları içinde bocalar durumda bırakırız
Elmalılı Hamdi Yazır : Biz onların kalblerini ve gözlerini ters döndürürüz, ilkin buna iymân etmedikleri gibi bırakıveririz kendilerini de tuğyanları içinde kör körüne bocalar giderler
Elmalılı (sadeleştirilmiş) : Biz onların kalplerini ve gözlerini ters çeviririz. Önceden buna iman etmedikleri gibi bırakıveririz kendilerini azgınlıkları içinde körü körüne bocalar giderler.
Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2) : Biz onların kalblerini ve gözlerini çeviririz de, onlar, ilkin iman etmedikleri gibi, gene de iman etmezler. Biz de onları taşkınlıkları içerisinde kör ve şaşkın bırakırız.
Fizilal-il Kuran : Onların gönüllerini ve gözlerini ters çevirerek kendilerini iman etmekten kaçındıkları ilk durumlarına döndürür ve azgınlıkları içinde debelenmeye bırakırız.
Gültekin Onan : Biz onların yüreklerini (efidet) ve gözlerini, ilkin inanmadıkları gibi tersine çeviririz (nükallibu) ve onları tuğyanları içinde şaşkınca dolaşır bir durumda terkederiz.
Hasan Basri Çantay : Onlar, evvelce indirilen (âyet) lere îman etmedikleri gibi (bundan sonra da îman etmeyeceklerdir). Biz, onların gönüllerini ve gözlerini (ters) çevirmiş, kendilerini azgınlıkları, taşkınlıkları içinde serseri ve şaşırmış oldukları halde terketmiş bulunuyoruz.
Hayrat Neşriyat : Çünki (onlar) ona ilk def'a îmân etmedikleri gibi (bundan sonra da îmân etmeyeceklerdir)! (Biz de) onların kalblerini ve gözlerini (inkârlarındaki ısrarlarındandolayı, hakdan) çeviririz ve onları bırakırız (da), azgınlıkları içinde bocalayıp dururlar.
İbni Kesir : Biz, onların kalblerini ve gözlerini çeviririz de ona ilk defa iman etmedikleri gibi azgınlıkları içinde kör ve şaşkın bırakırız.
Muhammed Esed : kalplerini ve gözlerini (hakikatten) ayırdığımız sürece, tıpkı ona ilk başta inanmadıkları gibi: ve (böylece) Biz körce ileri geri yalpalayıp dursunlar diye onları küstahça kibirleri ile baş başa bırakırız.
Ömer Nasuhi Bilmen : Ve Biz onların kalplerini ve gözlerini O'na evvelce de imân etmedikleri gibi tersine döndürürüz. Ve onları o tuğyanları içinde körükörüne yuvarlanır gider bir halde bırakırız.
Ömer Öngüt : Yine O'na inanmadıkları ilk durumdaki gibi, onların kalplerini ve gözlerini ters çeviririz. Ve bırakırız onları, şaşkın olarak azgınlıkları içinde bocalayıp dururlar.
Şaban Piriş : Onların kalplerini ve basiretlerini tersine çeviririz de, ilk defa inanmadıkları gibi yine inanmazlar. Biz de onları azgınlıkları içinde bocalar bir halde bırakırız.
Suat Yıldırım : Onların kalplerini ve gözlerini ters çeviririz. İlkin ona inanmadıkları gibi o mûcizeyi gördükten sonra da inanmazlar ve onları taşkınlıkları içinde şaşkın şaşkın bırakırız.
Süleyman Ateş : Gönüllerini ve gözlerini ters çeviririz, ilkin ona inanmadıkları gibi (mu'cizeyi gördükten sonra da inanmazlar) ve bırakırız onları, azgınlıkları içinde bocalayıp dururlar.
Tefhim-ul Kuran : Biz onların kalplerini ve gözlerini, ilkin inanmadıkları gibi tersine çeviririz ve onları tuğyanları içinde şaşkınca dolaşır bir durumda terkederiz.
Ümit Şimşek : Biz onların kalplerini ve gözlerini çeviririz de onlar, daha önce inanmadıkları gibi yine inanmazlar. Ve onları azgınlıkları içinde bırakırız; öylece bocalayıp dururlar.
Yaşar Nuri Öztürk : Biz onların gönüllerini ve gözlerini ters çeviririz, ilk seferinde buna iman etmedikleri gibi bırakırız kendilerini de azgınlıkları içinde körü körüne bocalar dururlar.
Kaynak : İmam İskender Ali Mihr
Tür : Diğer Tarih : 31.10.2018
[ Tüm yazılara ulaşmak için burayı tıklayınız. ]

1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 14, 15, 16, 17, 18, 19, 20, 21, 22, 23, 24, 25, 26, 27, 28, 29, 30, 31, 32, 33, 34, 35, 36, 37, 38, 39, 40, 41, 42, 43, 44, 45, 46, 47, 48, 49, 50, 51, 52, 53, 54, 55, 56, 57, 58, 59, 60, 61, 62, 63, 64, 65, 66, 67, 68, 69, 70, 71, 72, 73, 74, 75, 76, 77, 78, 79, 80, 81, 82, 83, 84, 85, 86, 87, 88, 89, 90, 91, 92, 93, 94, 95, 96, 97, 98, 99, 100, 101, 102, 103, 104, 105, 106, 107, 108, 109, 110, 111, 112, 113, 114, 115, 116, 117, 118, 119, 120, 121, 122, 123, 124, 125, 126, 127, 128, 129, 130, 131, 132, 133, 134, 135, 136, 137, 138, 139, 140, 141, 142, 143, 144, 145, 146, 147, 148, 149, 150, 151, 152, 153, 154, 155, 156, 157, 158, 159, 160, 161, 162, 163, 164165

Sure Adına Göre Sırala

 

 

 

 

Sayfa Ziyaret Sayacı
91.591