EN'ÂM-107

Anasayfa » EN'ÂM Suresi » EN'ÂM-107
share on facebook  tweet  share on google  print  

EN'ÂM-107

"EN'ÂM Suresi" için, toplam 1 sonuç arasından 1 - 1 arası sonuçlar

<<<<<6/EN'ÂM-107>>>>>

Bismillâhirrahmânirrahîm

وَلَوْ شَاء اللّهُ مَا أَشْرَكُواْ وَمَا جَعَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا وَمَا أَنتَ عَلَيْهِم بِوَكِيلٍ

Ve lev şâallâhu mâ eşrekû, ve mâ cealnâke aleyhim hafîzâ(hafîzan), ve mâ ente aleyhim bi vekîl(vekîlin).

Şâyet Allah dileseydi, şirk koşmazlardı. Seni onların üzerine muhafız yapmadık. Sen, onlara vekil de değilsin.  
1. ve lev : ve eğer, şâyet
2. şâe allâhu : Allah diledi
3. mâ eşrekû : şirk koşmazlardı, koşamazlardı
4. ve mâ cealnâ-ke : ve biz seni kılmadık, yapmadık
5. aleyhim : onların üzerinde
6. hafîzan : gözetleyici, muhafız
7. ve mâ ente : ve sen değilsin
8. aleyhim : onların üzerinde, onlara
9. bi vekîlin : bir vekil

AÇIKLAMA

Bismillâhirrahmânirrahîm

Allahû Tealâ, herşeyden, herkesin her yaptığından haberdardır. Herşeyi anında bilir ve sistemini ona göre kurmuştur. Kim herhangi bir fiil yaparsa, bu yaptığı şey, Allah müsaade ettiği için gerçekleşir. Allah müsaade vermese bir yaprak bile düşmez. Herşeyin müsaadesi Allah'tadır. Allah dilerse, dilediği herşeye mani olur ve Allah dilerse, dilediği herşeyi yaptırır. Ama öyle olursa kulların iradesi kaybolmuş olur. Normal standartlarda Allahû Tealâ, zaten her söylediğini yaptırmaya kaadirdir. Herkes, herşey, Allah'ın söylediklerini yapar. Allah'ın dileklerini yerine getirirler. O zaman hiç kimse, Allah'ın verdiği cüz'i iradesiyle hareket etmediği için ne cezaya, ne mükâfata ehil olmaz. Allahû Tealâ'nın insanlara ceza ve mükâfat vermesi şekle bağlı bir müessesedir.

Böyle bir dizaynda, Allahû Tealâ kullarının serbest iradesine izin vermekle, onların yapmayı dilediği şeyleri yapmasına müsaade etmektedir. Bu müsaadenin dizayn edildiği ortamda, kişiler kendi iradeleriyle ya bir suç işlerler, bir hata yaparlar ve derecat kaybederler. Ya da Allah'ın bir emrini yerine getirirler, bir başkasına yardım ederler ve böylece hayır işlerler, derecat kazanırlar. Birincisi şerr, ikincisi hayırdır. Allahû Tealâ istemese, müsaade etmese herkese doğruyu anlatır ve yanlışı da yaptırmaz. Allah, yaptırmamaya kaadirdir, yaptırmaya da kaadirdir. Öyleyse Allahû Tealâ müdahale etmez. Allahû Tealâ, insanoğlunun işine karışmıyor ki; böylece insanlar, kendi iradeleriyle yaptıkları günahlar ve sevaplar sebebiyle Mahkeme-i Kübra'da değerlendirilsinler. Kazançları kayıplarından fazlaysa, Allah'ın cennetine girmeyi kendi iradeleriyle yaptıkları o işler sebebiyle haketsinler. Günahları sevaplarından fazlaysa, o zaman da yine kendi iradeleriyle yaptıkları hataların büyüklüğü sebebiyle cehennemde cezalansınlar.

İşte Allahû Tealâ dileseydi insanların iradesini yok ederdi, Kendi iradesine direkt olarak bağlardı. Herkes Allah'ın yaptırdığı şeyi yapardı ve böylece Allah yaptırdığı için ne derecat kaybedilirdi, ne de kazanılırdı. Onun için Allahû Tealâ burada: “Allah, dileseydi şirk koşmazlardı.” buyuruyor. Çünkü Allahû Tealâ, bir konuyu dilediği zaman mutlaka gerçekleştirir.

Allahû Tealâ, Peygamber Efendimiz (S.A.V)'i hidayete erdirici olarak vazifeli kılmıştır. O'nu vekil tayin ettikleri zaman, O'na tâbî oldukları zaman, önünde diz çöküp, tövbe ettikleri zaman bunu gerçekleştirir. Ama kişi O'nu vekil tayin etmezse, O'na tâbî olmazsa, o zaman kurtuluşu da mümkün olmaz. Çünkü o kişi, Allah'a ulaşmayı dilememiştir. Bu sebeple Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in yaşadığı devirde kim O'na tâbî olmadıysa, kurtulması mümkün değildir. Tâbî olmadığı için değil, Allah'a ulaşmayı dilemediği için kurtulması mümkün değildir. Allah'a ulaşmayı dileseydi, zaten Allah o kişiye onu sevdirecekti ve tâbiiyeti yerine getirmesini sağla-yacaktı. Kişi O'nu kendisine vekil, dost tayin etmemiştir; O'na tâbî olmayı kibrine, gururuna yedirememiştir. Kendisini O'ndan üstün görmüştür. Böylece O'nu muhafız da etmemiştir.

Eğer tâbî olsaydı, Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in Ruhu, onun başının üzerine gelip yerleşecekti. O'nu kendisine vekil tayin etmiş olacaktı. Kim tâbî olmuşsa, o, Allah'ın Nebîsi'ni kendisine (Allah'ın bütün söylediklerini kendisine ulaştıracak olan ve emirlerini mutlaka yerine getirmesi lâzımgelen) bir vekil olarak ve Allah'la arasına bir vasıta olarak kabul etmiştir.

Vekâlet müessesesinin başladığı nokta, tâbî olunan noktadır. Sadece, kişi Allah'a ulaşmayı dilerse, Allah ona on iki tane ihsan verir. Bu on iki tane ihsanla, onu mürşidine ulaşacak olan bir pozisyona getirir. On ikinci ihsan, mürşidin kişiye gösterilmesidir. Ve o kişi, gidip mürşidine tâbî olursa, onu vekil, aynı zamanda muhafız tayin eder. Çünkü; tâbî olduğu anda devrin imamının ruhu, mutlaka tâbî olanın başının üzerine yerleşir. Ve böylece devrin imamını (ki nebîlerin devrinde o devirdeki nebî, devrin imamıdır) kendisine muhafız tayin etmiş olur. Muhafızı başının üzerine Allah'ın tayin etmesine zemin hazırlamış olur.

İşte bu, devrin imamının ruhunun o kişinin başının üzerinde yer alması, devrin imamının o kişiye muhafız olmasıdır. Allahû Tealâ bu âyette Allah'a şirk koşan, müşrikler için Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in ne bir vekil, ne de bir muhafız olmadığını ifade etmektedir. Çünkü onlar Allah'a ulaşmayı dilemiyorlar. Kim Allah'a ulaşmayı dilemezse o kişi için devrin imamı ne bir vekil, ne de bir muhafızdır. Niçin vekildir? Çünkü Peygamber Efendimiz (S.A.V), o kişi ile birlikte Allahû Tealâ'dan günahlarının affını talep edecektir. Bu talep üzerine Allahû Tealâ on iki tane ihsanla, Allah'a ulaşmayı dileyen kişiyi mutlaka mürşidine ulaştırır. Peygamber Efendimiz (S.A.V) devrinde başlangıçta tek mürşid, O idi. Dolayısıyla küfürden İslâm'a girecek olanların hepsi, Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e tâbî oldular. Tâbî oldukları anda başlarının üzerinde derhal Devrin İmamı olan, Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in Ruhu oluştu. Bu Ruh, zülmanî ilimlerden koruyan bir muhafızdır.

Dalâlette olanların zarar veremeyeceği bir muhafıza kavuşmak kişinin nefs tezkiyesine, nefs açısından başlamasıyla mümkündür.

5/MÂİDE-105: Yâ eyyuhellezîne âmenû aleykum enfusekum, lâ yadurrukum men dalle izehtedeytum ilâllâhi merciukum cemîân fe yunebbiukum bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).

Ey âmenû olanlar! Nefsleriniz, üzerinizedir (nefsinizin sorumluluğu üzerinize borçtur). Siz hidayette iseniz, dalâletteki bir kimse size bir zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah'adır. O zaman yapmış olduğunuz şeyleri size haber verecek.

Ruh açısından ruhun vücuttan ayrılarak, Allah'a doğru yola çıkmaya başlamasıyla, fizik vücut açısından; fizik vücudun, şeytana kul olmaktan kurtulmaya başlamasıyla mümkündür. Devrin imamının ruhu, mutlaka o anda onun başının üzerine gelecektir; onu zarar verecek olan zülmanî ilimlerin hepsinden koruyacaktır.

Şeytanın ilimleri, şeytanın dizaynı içerisinde bütün insanlara zarar vermek üzere dizayn edilmiştir. Allah'ın Kur'ân-ı Kerim'deki âyetlerinin değiştirilmesiyle, şeklinin bozulmasıyla şeytanî bir hüviyete büründürülmüştür. Yeni kelimeler ilâve ederek veya bazı kelimeleri çıkararak âyetlerin mânâları bozulmuştur. O kelimelerden neşet eden (çıkan) negatif dalga boylarını, insanların üzerine saldırtmak ve negatif tesirler icra etmek; "büyü"dür. Kimin başının üzerine devrin imamının ruhu gelmişse o bir "muhafız"dır. Bu muhafızı, büyünün negatif dalgaları aşamaz. Allah'ın devrin imamlığına tayin ettiği kişinin pozitif dalga boyları, sahibi olduğu pozitif enerji; şeytanın negatif enerjisinden, negatif dalga boylarından daima, her zaman üstündür. Üstün olduğu için şeytanın, devrin imamının ruhunun başının üzerinde bulunduğu kişiye tesir etmesi, onu etki alanına alması mümkün değildir. Bu sebeple, bu noktada devrin imamının ruhu, kişiye muhafız olur.

Görülüyor ki; Allahû Tealâ'nın "Biz seni muhafız yapmadık." demekten muradı vardır. İnsanlar istemedikçe muhafız yapmıyor. "Biz seni vekil yapmadık." demekten muradı vardır. İnsanlar istemedikçe vekil yapmıyor. Eğer vekil olsaydı, O'na tâbî olan sahâbeyle birlikte, O da Allahû Tealâ'ya dua edecekti. Sahâbenin günahlarını bir de Peygamber Efendimiz (S.A.V) talep ediyor diye Allahû Tealâ affedecekti. İki defa af; birincisinde günahların affedilerek sıfırlanması, ikincisinde aynı miktarda pozitif derecat kazanılarak sevaba çevrilmesi anlamına gelir. Allahû Tealâ, her iki tarafın da talebini (mağfiretini, tövbesini) kabul eder.

4/NİSÂ-64: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ li yutâa bi iznillâh(iznillâhi), ve lev ennehum iz zalemû enfusehum câûke festagferûllâhe vestagfere lehumur resûlu le vecedûllâhe tevvâben rahîmâ(rahîmen).

Ve Biz, (hiç) bir resûlü, Allah'ın izniyle kendilerine itaat edilmesinden başka birşey için göndermedik. Ve onlar nefslerine zulmettikleri zaman, eğer sana gelselerdi, böylece Allah'tan mağfiret dileselerdi ve Resûl de onlar için mağfiret dileseydi, mutlaka Allah'ı, (iki tarafın da) tövbelerini (onların tövbesini ve Resûl'ün mağfiret talebini) kabul eden ve rahmet edici olarak bulurlardı.

Böylece bütün günahları sevaba çevirir.

25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).

Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü'min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur'dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm'dir (rahmet nuru gönderendir).

Peygamber Efendimiz (S.A.V), sahâbeye vekil oldu. Allah'tan talepte bulunarak, vekâletinin neticesini aldı. Allahû Tealâ, vekil sebebiyle sahâbenin bütün günahlarını bir defa daha affetti.

Öyleyse Peygamber Efendimiz (S.A.V) başlangıçta hiç kimsenin vekili de, muhafızı da değildir. İnsanlar, mürşidlerine ulaştıkları anda mürşidin ruhu değil, devrin imamının ruhu başlarının üzerine gelir. Ve böylece o, onlara muhafız olur. Ve aynı anda yine devrin imamı, arşı tutan meleklerle beraber o kişinin günahlarının affı konusunda talepte bulunur. Günahlar o kişinin talebi üzerine, bir defa affedilir. Devrin imamının ve etraftaki arşı tutan meleklerin talebi üzerine, bir defa daha affedilir. Ve günahlar sevaba çevrilir. Böylece Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in veya her devirde devrin imamının vekâleti oluşur.

 

6/EN'ÂM-107

Bismillâhirrahmânirrahîm

İmam İskender Ali Mihr : Şâyet Allah dileseydi, şirk koşmazlardı. Seni onların üzerine muhafız yapmadık. Sen, onlara vekil de değilsin.
Diyanet İşleri : Allah dileseydi ortak koşmazlardı. Biz seni onların başına bir bekçi yapmadık. Sen onlara vekil (onlardan sorumlu) da değilsin.
Abdulbaki Gölpınarlı : Allah dileseydi şirk koşmazlardı ve biz, seni onların üstüne bir bekçi dikmedik, onları korumaya, işlerini görüp kendilerini gözetmeye memûr da değilsin.
Adem Uğur : Allah dileseydi, onlar ortak koşmazlardı. Biz seni onların üzerine bir bekçi kılmadık. Sen onların vekili de değilsin.
Ahmed Hulusi : Eğer Allâh dileseydi, şirk inancında olmazlardı! Seni onlar üzerine muhafız koymadık! Sen onlara Vekiyl değilsin.
Ahmet Tekin : Eğer Allah’ın sünneti, düzeninin yasaları içinde, iradesinin tecellisine uygun olsaydı, onlar ilâhlığında, otoritesinde, mülkünde, tasarruflarında Allah’a ortak koşamazlardı. Biz seni, onlar üzerinde koruma, denetim memuru olarak, inzibat olarak görevlendirmedik. Sen onların adına Allah’a karşı savunma yapamazsın; Allah adına onların üzerinde zor da kullanamazsın.
Ahmet Varol : Allah dileseydi onlar ortak koşmazlardı. Biz seni onların üzerine bekçi kılmadık. Sen onların üzerine vekil de değilsin.
Ali Bulaç : Eğer Allah dileseydi onlar şirk koşmazdı. Biz seni onlar üzerinde bir gözetleyici kılmadık; sen onlar üzerinde bir vekil değilsin.
Ali Fikri Yavuz : Eğer Allah dileseydi, onlar Allah’a ortak koşup müşrik olmazlardı. Biz, seni, onlar üzerine bir gözcü yapmadık. Sen onların üzerine bir vekil de değilsin.
Bekir Sadak : Allah dileseydi puta tapmazlardi. Seni onlara koruyucu yapmadik, onlarin vekili de degilsin.
Celal Yıldırım : Allah dileseydi, onlar ortak koşmazlardı. Biz seni onlar üzerine bir koruyucu kılmadık ve sen onlar üzerinde bir vekîl de değilsin.
Diyanet İşleri (eski) : Allah dileseydi puta tapmazlardı. Seni onlara koruyucu yapmadık, onların vekili de değilsin.
Diyanet Vakfi : Allah dileseydi, onlar ortak koşmazlardı. Biz seni onların üzerine bir bekçi kılmadık. Sen onların vekili de değilsin.
Edip Yüksel : ALLAH isteseydi ortak koşamazlardı. Seni onların üzerine bekçi yapmadık. Onların avukatı da değilsin.
Elmalılı Hamdi Yazır : Allah dilese idi müşrik olmazlardı, biz seni onların üzerine mürakıb göndermedik, sen onlara vekil de değilsin
Elmalılı (sadeleştirilmiş) : Allah dileseydi onlar Allah'a ortak koşmazlardı. Biz seni onların üzerine gözcü göndermedik, sen onlara vekil de değilsin!
Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2) : Allah dileseydi, ortak koşmazlardı. Biz, seni onlar üzerine bekçi yapmadık, sen onlara vekil de değilsin!
Fizilal-il Kuran : Allah dileseydi, onlar O'na ortak koşmazlardı. Biz seni onların başına korucu, bekçi dikmedik; sen onların vekili, davranışlarının sorumlusu da değilsin.
Gültekin Onan : Eğer Tanrı dileseydi ortak koşmazlardı. Biz seni onlar üzerinde bir gözetleyici kılmadık; sen onlar üzerinde bir vekil değilsin.
Hasan Basri Çantay : Eğer Allah dileseydi onlar (böyle Allaha) ortak katmazlardı. Biz seni onların başına bir gözcü yapmadık. Sen onların üzerine bir vekîl de değilsin.
Hayrat Neşriyat : Hâlbuki (kullarını irâdelerinde serbest bırakan) Allah (îmân etmelerini)dileseydi, (aslâ) şirk koşmazlardı. Hem (biz) seni onların üzerine muhâfız yapmadık. Sen onların üzerine vekîl de değilsin!
İbni Kesir : Eğer Allah dileseydi; onlar şirk koşmazlardı. Hem Biz, seni onların başına bir bekçi yapmadık. Sen, onların üzerine bir vekil de değilsin.
Muhammed Esed : Eğer Allah dilemiş olsaydı Ondan başka hiçbir şeye ilahlık yakıştırmazlardı; Biz seni onların bekçisi yapmadık ve sen onların yaptıklarından sorumlu değilsin.
Ömer Nasuhi Bilmen : Ve eğer Allah Teâlâ dilese idi onlar şirke düşmezlerdi. Ve seni onların üzerine bir muhafız kılmadık, ve sen onların üzerine bir vekil değilsin.
Ömer Öngüt : Eğer Allah dileseydi, onlar şirk koşmazlardı. Biz seni onların başına bir bekçi yapmadık. Sen onların üzerine bir vekîl de değilsin.
Şaban Piriş : Eğer Allah, dileseydi onlar şirk koşmazlardı. Seni onlara bekçi kılmadık. Sen onlara vekil de değilsin.
Suat Yıldırım : Eğer Allah dileseydi onlar müşrik olmazlardı. Biz seni onların üzerine bekçi olarak göndermedik. Sen onların işlerini yürütmekle de görevli değilsin.
Süleyman Ateş : Allâh isteseydi, ortak koşmazlardı. Biz seni onların üzerine bekçi yapmadık, sen onlara vekil de değilsin!
Tefhim-ul Kuran : Eğer Allah dileseydi onlar şirk koşmazdı. Biz seni onlar üzerinde bir gözetleyici kılmadık ve sen onlar üzerinde bir vekil de değilsin.
Ümit Şimşek : Allah dileseydi onlar ortak koşamazdı. Biz seni onlara bekçi yapmadık. Sen onlardan sorumlu bir vekil de değilsin.
Yaşar Nuri Öztürk : Allah dileseydi, şirke batmazlardı. Biz seni onlar üzerine bekçi yapmadık. Sen onlara vekil de değilsin.
Kaynak : İmam İskender Ali Mihr
Tür : Diğer Tarih : 31.10.2018
[ Tüm yazılara ulaşmak için burayı tıklayınız. ]

1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 14, 15, 16, 17, 18, 19, 20, 21, 22, 23, 24, 25, 26, 27, 28, 29, 30, 31, 32, 33, 34, 35, 36, 37, 38, 39, 40, 41, 42, 43, 44, 45, 46, 47, 48, 49, 50, 51, 52, 53, 54, 55, 56, 57, 58, 59, 60, 61, 62, 63, 64, 65, 66, 67, 68, 69, 70, 71, 72, 73, 74, 75, 76, 77, 78, 79, 80, 81, 82, 83, 84, 85, 86, 87, 88, 89, 90, 91, 92, 93, 94, 95, 96, 97, 98, 99, 100, 101, 102, 103, 104, 105, 106, 107, 108, 109, 110, 111, 112, 113, 114, 115, 116, 117, 118, 119, 120, 121, 122, 123, 124, 125, 126, 127, 128, 129, 130, 131, 132, 133, 134, 135, 136, 137, 138, 139, 140, 141, 142, 143, 144, 145, 146, 147, 148, 149, 150, 151, 152, 153, 154, 155, 156, 157, 158, 159, 160, 161, 162, 163, 164165

Sure Adına Göre Sırala

 

 

 

 

Sayfa Ziyaret Sayacı
91.540