EN'ÂM-39

Anasayfa » EN'ÂM Suresi » EN'ÂM-39
share on facebook  tweet  share on google  print  

EN'ÂM-39

"EN'ÂM Suresi" için, toplam 1 sonuç arasından 1 - 1 arası sonuçlar

<<<<<6/EN'ÂM-39>>>>>

Bismillâhirrahmânirrahîm

وَالَّذِينَ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا صُمٌّ وَبُكْمٌ فِي الظُّلُمَاتِ مَن يَشَإِ اللّهُ يُضْلِلْهُ وَمَن يَشَأْ يَجْعَلْهُ عَلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ

Vellezîne kezzebû bi âyâtinâ summun ve bukmun fîz zulumât(zulumâti), men yeşâillâhu yudlilhu, ve men yeşe’ yec’alhu alâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).

Âyetlerimizi yalanlayanlar, karanlıklar içinde sağırdırlar, dilsizdirler. Allah (dilediğini) kimi dilerse onu dalâlette bırakır. Ve kimi dilerse onu, Sıratı Mustakîm (Allah'a ulaştıran yol) üzerinde kılar. 
1. ve ellezîne : ve o kimseler, onlar, ...olanlar
2. kezzebû : yalanladılar
3. bi âyâti-nâ : âyetlerimizi
4. summun : sağırdır
5. ve bukmun : ve dilsizdir
6. fî ez zulumâti : karanlıklar içinde
7. men yeşâi : kim(i) dilerse
8. allâhu : Allah
9. yudlil-hu : onu dalâlette bırakır
10. ve men : ve kim(i)
11. yeşe' : dilerse
12. yec'al-hu : onu kılar, yapar
13. alâ : üzerinde
14. sırâtın mustakîmin : Sıratı Mustakîm (Allah'a ulaştıran yol)

AÇIKLAMA

Bismillâhirrahmânirrahîm

Burada açık bir hüviyette iki tür insan görüyoruz: Dalâlette olanlar, hidayette olanlar. Dalâlette olanlar, kör, sağır ve dilsiz olanlardır. Allahû Tealâ, gözlerinde hicab-ı mesture olup o gizli perde sebebiyle göremeyen, kulakları normal olarak duyduğu halde vakra sebebiyle işitemeyen insanlardan bahsetmektedir. Onlar irşada müteallik hususları işitemez, mânâsına varamazlar. Mürşide (Allah'ın Resûl'üne) baktıkları zaman, o Resûl'ü, Resûl olarak kabul etmezler. Kendileri gibi alelâde bir insan olarak kabul ederler. Hatta ona hakaret ederler, her türlü kötülüğü yapmaya her zaman hazırlardır. Öyleyse onlar, sağırlar, dilsizler, körler... Ve bunların müşterek vasıfları olan ölüler...

Allahû Tealâ, ölülerin işitemeyeceğini, davete sadece işitenlerin icabet edeceğini, işitemeyenlerin de ölüler olduğunu buyuruyor.

6/EN'ÂM-36: İnnemâ yestecîbullezîne yesmeûn(yesmeûne), vel mevtâ yeb’asuhumullâhu summe ileyhi yurceûn(yurceûne).

(Davete) ancak işitenler icabet eder. Ve Allah, ölüleri (ölü olan sem'î isimli işitme hassasını, ölü olan fuad isimli idrak hassasını, ölü olan basar isimli görme hassasını) diriltir. Sonra ona döndürülürler. (Hayatta iken ruhu mürşid eliyle Allah'a döndürülür.)

Bunlar gözlerinde hicab-ı mesture, kulaklarında vakra, kalplerinde ekinnet olanlardır. Kim Allah'a ulaşmayı dilerse Allah derhal onu işitir, bilir ve görür. Derhal o kişinin gözündeki hicab-ı mestureyi alır; o kişi mürşidi, "mürşid" olarak görmeye başlar. Kulaklarındaki vakrayı alır; o kişi irşada müteallik olan şeyleri işitir ve bir an evvel tâbî olmak için Allah'ın mürşidine ulaşmaya çalışır.

Allahû Tealâ kalbindeki ekinneti alır, yerine ihbat koyar. Kişi irşad makamının söylediği, irşada müteallik şeyleri sadece işitip mânâsına varmakla kalmaz, kalbine indirir ve onları idrak eder. O zaman kişi artık dirilmiştir. (En'âm-36 ile Câsiye-23 arasında illiyet rabıtası vardır.)

45/CÂSİYE-23: E fe reeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveh(gışâveten), fe men yehdîhi min ba’dillâh(ba’dillâhi), e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).

Hevasını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Bu durumda Allah'tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?

(En'âm-36 ve 39 ile İsrâ-45 ve 46 arasında da illiyet rabıtası vardır.)

17/İSRÂ-45: Ve izâ kara’tel kur’âne cealnâ beyneke ve beynellezîne lâ yu’minûne bil âhıreti hicâben mestûrâ(mestûren).

Sen Kur'ân'ı kıraat ettiğin (okuduğun) zaman, seninle ahirete (ölmeden evvel Allah'a ulaşmaya ve kıyâmet gününe) inanmayanlar arasına hicab-ı mesture kıldık (gözlerinin üzerine, seni peygamber olarak görmelerini engelleyen bir perde koyduk).

17/İSRÂ-46: Ve cealnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhu ve fî âzânihim vakrâ(vakran), ve izâ zekerte rabbeke fîl kur’âni vahdehu vellev alâ edbârihim nufûrâ(nufûren).

O'nu (Kur'ân'ı), fıkıh (idrak) etmelerine karşı, (fıkıh edemesinler diye) kalplerinin üzerine ekinnet ve onların kulaklarına vakra (işitme engeli) kıldık. Ve sen, Kur'ân'da Rabbinin tekliğini zikrettiğin zaman nefretle arkalarına döndüler.

Her âyet, bir başka cepheden yeni bir şey ilâve eder ve daha başka cephelerden de olayın görülmesini sağlar.

Allah kimi dilerse onu dalâlette bırakır. Onlar ölüdürler, ölüler aynen ölü olarak kalırlar. Ama Allah kimi de dilerse onu Sıratı Mustakîm'e ulaştırır, ruhunu Allah'a ulaştırır, onu ölü olmaktan kurtarıp hayata getirir. Bu, Allah'ın yolundaki bir hayatın başlangıcıdır. "Ölü olmak", ruhun vücuttan ayrılmasıyla noktalanır. Burada yeni bir hayat başlar ve devam eder.

Öyleyse kimler dalâlettedir? Kör, sağır ve dilsizlerin hepsi dalâlettedir.

Kimler hidayettedir? Kalp gözlerindeki hicab-ı mestureyi, kulaklarındaki vakrayı, kalplerindeki ekinneti Allah kimlerden alırsa işte onlar hidayet üzere olanlardır. Ve Allahû Tealâ'nın verdiği 12 ihsanla kişi kör, sağır ve dilsiz olmaktan kurtulur; görmeye, işitmeye, idrak etmeye başlar ve konuştuğu zaman da "Allah'ın dili" olarak vasıflandırdığı insanların konuştukları gibi konuşur.

İnsanlar, Allahû Tealâ "Allah kimi dilerse"yi ne zaman kullanırsa, “Allahû Tealâ'ya ulaşmayacak bir kişi de olsa Allah onun Kendisine ulaşmasını istediği için o kişi mutlaka Allah'a ulaşacaktır.” şeklinde düşünürler. “Allah'a ulaşacak bir talebin sahibi bile olsa kişi Allah istemezse o kişi asla Allah'a ulaşmayacaktır.” diye farklı bir yoruma gidenler de vardır.

Dikkat edin Allahû Tealâ kişilerin kendi iradelerinden bekler sonuçları. Eğer bir insan Allah'a ulaşmayı dilemezse onun gideceği yer cehennemdir.

10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).

Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.

10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).

İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).

Eğer bir kişi Allah'a ulaşmayı dilerse, Allah onu Kendisine ulaştırmayı garanti ediyorsa, kişisel irade (cüz'i irade) ile Allah'ın iradesi arasında mutlak bir beraberlik söz konusudur. Kim Allah'a ulaşmayı dilerse, Allah'ın verdiği bir söz var; onu mutlaka Kendisine ve cennetine ulaştıracak. Öyleyse Allahû Tealâ sadece Allah'a ulaşmayı dileyen kişiyi cennetine ulaştırır ve sadece bu insanı dalâletten hidayete alır. Dilemeyen bir kişiyi, “O dilemese de ben onu cennetime alırım.” diye, Allahû Tealâ cennetine almaz. Aksine onu cehenneme göndereceğine dair kesin işaretler koymuştur Kur'ân-ı Kerim'e.

Öyleyse kulun talebini Allahû Tealâ Kur'ân-ı Kerim'de temel veri olarak kabul eder ve talep varsa kişisel yardımını onun üzerine odaklar. Allah'ın iradi yapısı, Allah'a ulaşmayı dileyen bir kul için mutlaka onu Kendisine ulaştıracak şekilde tecelli eder. Allah'a ulaşmayı dilemeyen herkes için, onu Kendisine ulaştırmayacak şekilde oluşur ve bu sebeple insanlar kendi diledikleri ile cehenneme girerler. Kim Allah'a ulaşmayı dilerse, Allah onun yardımcısıdır, mutlaka onu Kendisine ve cennetine ulaştırır. Kim de Allah'a ulaşmayı dilemezse, Allah ondan razı değildir, onun yardımcısı da değildir. Ayrıca, mürşidler de yardımcısı değildir ve onu kurtarabilecek kimse yoktur. Kişi Allah'a ulaşmayı dilemedikçe hiç kimse onu kurtaramaz, Allah kurtarabilecek durumdadır, ancak koyduğu kanunlar gereğince O da kurtarmaz.

Allah'ın bir adı "El Adl", bir adı "El Hakk" tır. Hak ve adalet Allah'ın birer terazisiyse, o te-raziye göre Allah'a ulaşmayı dilemeyen insanları kurtarması mümkün değildir. Öyleyse "Kimi dilerse onu dalâlette bırakır." sözündeki "dalâletteki insanlar", Allah'a ulaşmayı dilemeyenlerdir. Dilemedikleri için mürşidlerine hiçbir zaman ulaşamayacak olanlardır.

Allahû Tealâ, 10 tane âyet-i kerime ile “Allah'a ulaşmayı dilemeyenlerin mürşidlerine ulaşması hiçbir zaman söz konusu olamayacağı için, herhangibir mürşide ulaşsalar da, ihsan la ulaşmış olmadıkları için kurtuluşlarının mümkün olmaması hasebiyle, insanların dalâlette kaldığını” söylüyor.

1) 28/KASAS-50: Fe in lem yestecîbû leke fa’lem ennemâ yettebiûne ehvâehum, ve men edallu mimmenittebea hevâhu bi gayri huden minallâh(minallâhi), innallâhe lâ yehdil kavmez zâlimîn(zâlimîne).

Bundan sonra eğer sana icabet etmezlerse (senin hidayete erdirme davetine uymazlarsa), bil ki onlar heveslerine tâbîdirler. Allah'tan bir hidayetçi olmaksızın (hidayetçiye değil de) kendi heveslerine tâbî olandan daha çok dalâlette kim vardır? Muhakkak ki Allah, zalimler kavmini hidayete erdirmez.

2) 20/TÂHÂ-123: Kâlehbitâ minhâ cemîan ba’dukum li ba’dın aduvv(aduvvun), fe immâ ye’tiyennekum minnî huden fe menittebea hudâye fe lâ yadıllu ve lâ yeşkâ.

(Allahû Tealâ şöyle) dedi: “İkiniz oradan (aşağı) inin! Hepiniz (şeytan ve siz), birbirinize düşman olarak. Bundan sonra Benden size mutlaka hidayet gelecek. O zaman kim hidayetime tâbî olursa artık o, dalâlette kalmaz ve şâkî olmaz.”

3) 18/KEHF-17: Ve tereş şemse izâ taleat tezâveru an kehfihim zâtel yemîni ve izâ garabet takrıduhum zâteş şimâli ve hum fî fecvetin minh(minhu), zâlike min âyâtillâh(âyâtillâhi), men yehdillâhu fe huvel muhted(muhtedi), ve men yudlil fe len tecide lehu veliyyen murşidâ(murşiden).

Ve güneşin doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafından geldiğini ve battığı zaman sol taraftan onların yanlarından geçtiğini görürsün. Ve onlar, onun (mağaranın) geniş sahası içinde bulunuyorlardı. İşte bu, Allah'ın âyetlerinden (mucizelerinden)dir. Allah, kimi Kendisine ulaştırırsa, işte o hidayete ermiştir. Ve kimi dalâlette bırakırsa (kim Allah'a ulaşmayı dilemezse) artık onun için velî mürşid (irşad eden evliya) bulunmaz.

4) 45/CÂSİYE-23: E fe reeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveh(gışâveten), fe men yehdîhi min ba’dillâh(ba’dillâhi), e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).

Hevasını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Bu durumda Allah'tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?

5) 62/CUMA-2: Huvellezî bease fîl ummiyyîne resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).

Ümmîler arasında, kendilerinden bir resûl beas eden (görevlendiren) O'dur. Onlara, O'nun (Allah'ın) âyetlerini okur, onları tezkiye eder (nefslerini temizler), onlara Kitab'ı (Kur'ân-ı Kerim'i) ve hikmeti öğretir. Ve daha önce (Allah'a ulaşmayı dilemeden evvel) elbette onlar, sadece açık bir dalâlet içinde idiler.

6) 3/ÂLİ İMRÂN-164: Le kad mennallâhu alel mu’minîne iz bease fîhim resûlen min enfusihim yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).

Andolsun ki Allah, mü'minlerin (başlarının) üzerine (devrin imamının ruhu) bir ni'met olmak üzere (onların aralarında, kendi kavminin içinde) kendilerinden bir resûl beas eder. Onlara O'nun (Allah'ın) âyetlerini tilâvet eder, onları tezkiye eder ve onlara kitap ve hikmeti öğretir. Ondan evvel (Allah'a ulaşmayı dilemeden evvel) onlar gerçekten açık bir dalâlet içinde idiler.

7) 46/AHKÂF-32: Ve men lâ yucib dâiyallâhi fe leyse bi mu’cizin fîl ardı ve leyse lehu min dûnihî evliyâu, ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).

Ve Allah'ın davetçisine icabet etmeyen kimse, yeryüzünde (Allah'ı) aciz bırakacak değildir. Ve onun Allah'tan başka dostları yoktur. İşte onlar apaçık dalâlet içindedirler.

8) 16/NAHL-36: Ve le kad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh(dalâletu), fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).

Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). (Allah'a ulaşmayı dileyerek) Allah'a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını, (Resûlün daveti üzerine Allah'a ulaşmayı dileyenleri) Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin, nasıl olduğuna bakın (görün).

9) 39/ZUMER-23: Allâhu nezzele ahsenel hadîsi kitâben muteşâbihen mesâniye takşaırru minhu culûdullezîne yahşevne rabbehum, summe telînu culûduhum ve kulûbuhum ilâ zikrillâh(zikrillâhi), zâlike hudallâhi yehdî bihî men yeşâu, ve men yudlilillâhu fe mâ lehu min hâd(hâdin).

Allah, ihdas ettiği (nurların) ahsen olanlarını (rahmet, fazl ve salâvâtı), ikişer ikişer (salâvât-rahmet ve salâvât-fazl), Kitab'a müteşabih (benzer) olarak indirdi. Rab'lerinden huşû duyanların ciltleri ondan ürperir. Sonra onların ciltleri ve kalpleri Allah'ın zikriyle yumuşar, sükûnet bulur (yatışır). İşte bu, Allah'ın hidayetidir, dilediğini onunla hidayete erdirir. Ve Allah, kimi dalâlette bırakırsa artık onun için bir hidayetçi yoktur.

10) 7/A'RÂF-186: Men yudlilillâhu fe lâ hâdiye leh(lehu), ve yezeruhum fî tugyânihim ya’mehûn(ya’mehûne).

Allah kimi dalâlette bırakırsa, artık onun için bir hidayetçi (hidayete erdiren) yoktur. Ve onları azgınlıkları (isyanları) içinde şaşkın (bir halde) terkeder (bırakır).

Ve Allahû Tealâ, Sıratı Mustakîm'in üzerinde olanların dalâlette olmayanlar olduğunu buyuruyor. Fatiha Suresinde: “Bizi mürşidimize ulaştıracak olan yardımı yalnız Senden dileriz. Bize mürşidimizi göstererek, ona tâbî olmamızı temin et ve bizi böylece Sıratı Mustakîm'e ulaştır. O yol ki başlarının üzerinde ni'met olanların yoludur. Kendilerine gadap duyulan insanlar ve dalâlette olanlar da Sıratı Mustakîm'in üzerinde bulunamazlar.” diyoruz.

1/FÂTİHA-5: İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn(nestaînu).

(Allah'ım!) Yalnız Sana kul oluruz ve yalnız Senden İSTİANE (mürşidimizi) isteriz.

1/FÂTİHA-6: İhdinas sırâtel mustakîm(mustakîme).

(Bu istiane'n ile) bizi, SIRATI MUSTAKÎM'e hidayet et (ulaştır).

1/FÂTİHA-7: Sırâtallezîne en’amte aleyhim gayril magdûbi aleyhim ve lâd dâllîn(dâllîne).

O yol (SIRATI MUSTAKÎM) ki; üzerlerine nimet verdiklerinin yoludur. Üzerlerine gadap duyulmuşların ve dalâlette kalmışların (Allah'a ulaşmayı dilemeyenlerin) yolu değil.

Allahû Tealâ, insanların başlarının üzerinde oluşan devrin imamının ruhu olan, bu ni'meti nasıl verdiğini açıklıyor.

58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yû’munûne billâhi vel yevmil âhîri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîretehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minh(minhu), ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anh(anhu), ulâike hizbullâh(hizbullâhi), e lâ inne hizbullâhi humul muflihûn(muflihûne).

Allah'a ve ahiret gününe (ölmeden önce Allah'a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah'a ve O'nun Resûl'üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razı oldular. İşte onlar, Allah'ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah'ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi?

Dalâlette olanların Sıratı Mustakîm'in üzerinde bulunmadığı bu âyette de kesinlik kazanmaktadır.

İki ayrı grup insan:

  1. Dalâlette olanlar, gidecekleri yer cehennem olanlar.
  2. Sıratı Mustakîm'in üzerinde olanlar, gidecekleri yer Allah'ın cenneti olanlar.

 

6/EN'ÂM-39

Bismillâhirrahmânirrahîm

İmam İskender Ali Mihr : Âyetlerimizi yalanlayanlar, karanlıklar içinde sağırdırlar, dilsizdirler. Allah (dilediğini) kimi dilerse onu dalâlette bırakır. Ve kimi dilerse onu, Sıratı Mustakîm (Allah'a ulaştıran yol) üzerinde kılar.
Diyanet İşleri : Âyetlerimizi yalanlayanlar, karanlıklar içerisindeki birtakım sağırlar ve dilsizlerdir. Allah, kimi dilerse onu şaşırtır. Kimi de dilerse onu dosdoğru yol üzere kılar.
Abdulbaki Gölpınarlı : Âyetlerimizi yalanlayanlar, karanlıklarda kalmış sağırlardır, körlerdir. Allah kimi isterse doğru yoldan saptırır ve kimi dilerse doğru yola sevk eder.
Adem Uğur : Ayetlerimizi yalanlayanlar karanlıklar içinde kalmış sağır ve dilsizlerdir. Allah kimi dilerse onu şaşırtır, dilediği kimseyi de doğru yola iletir.
Ahmed Hulusi : İşaretlerimizdekileri yalanlayanlar, karanlıklar içinde kalmış sağırlar (hakikatlerini algılayamayanlar) ve dilsizlerdirler (Hakk'ı itiraf etmeyenler). Allâh dilediğini saptırır, dilediğini de sırat-ı müstakimde tutar!
Ahmet Tekin : Âyetlerimizi, Kur’ân’ımızı yalanlayanlar, inkâr ve cehalet karanlıkları içinde sağır ve dilsiz kesilenlerdir. Allah sünnetine, düzeninin yasalarına uygun olarak, iradesinin tecellisine tâbi, akıllı ve sorumlu kimselerin hak yoldan uzaklaşıp dalâleti, bozuk düzeni, helâki tercihlerine özgürlük tanır. Sünnetine, düzeninin yasalarına uygun olarak, iradesinin tecellisine tâbi, akıllı ve sorumlu kimseyi de doğru, muhkem, güvenli yolda yürütür, görevlendirir, İslâmî hayatı yaşatır.
Ahmet Varol : Ayetlerimizi yalanlayanlar karanlıklarda kalmış sağır ve dilsizlerdir. Allah dilediği kimseyi saptırır dilediği kimseyi de doğru yol üzere koyar.
Ali Bulaç : Bizim ayetlerimizi yalan sayanlar karanlıklar içinde sağırdırlar, dilsizdirler. Allah, kimi dilerse onu şaşırtıp saptırır, kimi dilerse de onu dosdoğru yol üzerinde kılar.
Ali Fikri Yavuz : Âyetlerimizi yalanlıyanlar, cehâlet ve küfür karanlığında kalmış bir takım sağırlar ve dilsizlerdir (Kur’an’ı dinlemezler ve hakkı söylemezler). Allah, dilediği kimseyi sapıtır, dilediğini de doğru yol üzerinde bulundurur.
Bekir Sadak : Ayetlerimizi yalanlayanlar karanliklarda kalmis sagir ve dilsizlerdir. Allah kimi dilerse onu saptirir ve kimi dilerse onu dogru yola koyar.
Celal Yıldırım : Âyetlerimizi yalanlayanlar ise, karanlıklar içinde bir sürü sağırlar ve dilsizlerdir. Allah dilediğini doğru yoldan saptırır, dilediğini de doğru yol üzerinde bulundurur.
Diyanet İşleri (eski) : Ayetlerimizi yalanlayanlar karanlıklarda kalmış sağır ve dilsizlerdir. Allah kimi dilerse onu saptırır ve kimi dilerse onu doğru yola koyar.
Diyanet Vakfi : Âyetlerimizi yalanlayanlar karanlıklar içinde kalmış sağır ve dilsizlerdir. Allah kimi dilerse onu şaşırtır, dilediği kimseyi de doğru yola iletir.
Edip Yüksel : Ayetlerimizi yalan diyenler karanlıklar içinde bulunan birer sağır ve dilsizdirler. ALLAH kimi dilerse saptırır, kimi de dilerse doğru yola koyar.
Elmalılı Hamdi Yazır : Âyetlerimize yalan diyenler, bir takım sağırlar ve dilsizlerdir, zulmetler içindedirler, kimi dilerse Allah şaşırtır, kimi de dilerse bir tarikı müstekîm üzerinde bulundurur
Elmalılı (sadeleştirilmiş) : Ayetlerimize yalan diyenler karanlıklar içinde bir sürü sağırlar ve dilsizlerdir. Kim dilerse Allah onu şaşırtır, dilediği kimseyi de doğru bir yol üzerinde bulundurur.
Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2) : Âyetlerimizi yalanlayanlar, karanlıklar içinde kalmış sağır ve dilsizlerdir. Allah dilediği kimseyi şaşırtır, dilediği kimseyi de doğru yola koyar.
Fizilal-il Kuran : Bizim ayetlerimizi yalanlayanlar karanlıklar içinde bocalayan sağırlar ve dilsizlerdir. Allah dilediği kimseyi şaşırtır, dilediği kimseyi de doğru yola iletir.
Gültekin Onan : Bizim ayetlerimizi yalan sayanlar karanlıklar içinde sağırdırlar, dilsizdirler. Tanrı kimi dilerse onu şaşırtıp saptırır, kimi dilerse onu dosdoğru yol üzerinde kılar.
Hasan Basri Çantay : Âyetlerimizi yalanlayanlar karanlıklarda (kalmış) sağırlar, dilsizlerdir. Allah kimi dilerse onu şaşırtır, kimi de dilerse onu doğru yol üstünde tutar.
Hayrat Neşriyat : Hem âyetlerimizi yalanlayanlar, karanlıklar içinde kalmış sağırlar ve dilsizlerdir. Allah kimi dilerse, onu (küfründeki inadı sebebiyle) dalâlete atar. Kimi de dilerse, onu(hikmetine binâen kendi lütfundan) dosdoğru bir yol üzere kılar.
İbni Kesir : Ayetlerimizi yalanlayanlar ise; karanlıklarda kalmış sağırlar, dilsizlerdir. Allah; kimi dilerse, onu şaşırtır. Kimi de dilerse; onu dosdoğru yol üstünde tutar.
Muhammed Esed : Mesajlarımızı yalanlayanlar, zifiri karanlığa gömülmüş sağırlar ve dilsizlerdir. Allah kimi dilerse onu saptırır; ve dilediğini de dosdoğru yola yöneltir.
Ömer Nasuhi Bilmen : Ve o kimseler ki, Bizim âyetlerimizi yalanladılar. Zulmetler içinde kalmış birtakım sağır ve dilsizlerdir. Allah Teâlâ kimi dilerse şaşırtır, kimi de dilerse doğru bir yol üzerinde kılar.
Ömer Öngüt : Âyetlerimizi yalanlayanlar, cehalet ve küfür karanlığında kalmış bir takım sağırlar ve dilsizlerdir. Allah dilediği kimseyi saptırır, dilediği kimseyi de doğru yol üzerinde bulundurur.
Şaban Piriş : Ayetlerimizi yalanlayanlar, karanlıklar içinde kalmış sağır ve dilsizlerdir; Allah dilediğini sapıklıkta bırakır, dilediğini de dosdoğru yola yöneltir.
Suat Yıldırım : Âyetlerimizi yalan sayanlar, karanlıklar içinde olan birtakım sağırlar ve dilsizlerdir. Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola koyar.
Süleyman Ateş : Bizim âyetlerimizi yalanlayanlar, karanlıklar içinde kalmış sağır ve dilsizlerdir. Allâh dilediği kimseyi şaşırtır, dilediği kimseyi de doğru yola koyar.
Tefhim-ul Kuran : Bizim ayetlerimizi yalan sayanlar karanlıklar içinde sağırdırlar, dilsizdirler. Allah, kimi dilerse onu şaşırtıp saptırır, kimi dilerse de onu dosdoğru yol üzerinde kılar.
Ümit Şimşek : Âyetlerimizi yalanlayanlar, karanlıklar içindeki sağır ve dilsizlerdir. Allah dilediğini saptırır; dilediğini de dosdoğru bir yola koyar.
Yaşar Nuri Öztürk : Bizim ayetlerimizi yalanlayanlar, karanlıklara gömülmüş sağır ve dilsizlerdir. Allah, dilediği/dileyen kişiyi şaşırtır, dilediğini/dileyeni de dosdoğru yol üzerine koyar.
Kaynak : İmam İskender Ali Mihr
Tür : Diğer Tarih : 31.10.2018
[ Tüm yazılara ulaşmak için burayı tıklayınız. ]

1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 14, 15, 16, 17, 18, 19, 20, 21, 22, 23, 24, 25, 26, 27, 28, 29, 30, 31, 32, 33, 34, 35, 36, 37, 38, 39, 40, 41, 42, 43, 44, 45, 46, 47, 48, 49, 50, 51, 52, 53, 54, 55, 56, 57, 58, 59, 60, 61, 62, 63, 64, 65, 66, 67, 68, 69, 70, 71, 72, 73, 74, 75, 76, 77, 78, 79, 80, 81, 82, 83, 84, 85, 86, 87, 88, 89, 90, 91, 92, 93, 94, 95, 96, 97, 98, 99, 100, 101, 102, 103, 104, 105, 106, 107, 108, 109, 110, 111, 112, 113, 114, 115, 116, 117, 118, 119, 120, 121, 122, 123, 124, 125, 126, 127, 128, 129, 130, 131, 132, 133, 134, 135, 136, 137, 138, 139, 140, 141, 142, 143, 144, 145, 146, 147, 148, 149, 150, 151, 152, 153, 154, 155, 156, 157, 158, 159, 160, 161, 162, 163, 164165

Sure Adına Göre Sırala

 

 

 

 

Sayfa Ziyaret Sayacı
91.511