A'RÂF-165

Anasayfa » A'RÂF Suresi » A'RÂF-165
share on facebook  tweet  share on google  print  

A'RÂF-165

"A'RÂF Suresi" için, toplam 1 sonuç arasından 1 - 1 arası sonuçlar

<<<<<7/A'RÂF-165>>>>>

Bismillâhirrahmânirrahîm

فَلَمَّا نَسُواْ مَا ذُكِّرُواْ بِهِ أَنجَيْنَا الَّذِينَ يَنْهَوْنَ عَنِ السُّوءِ وَأَخَذْنَا الَّذِينَ ظَلَمُواْ بِعَذَابٍ بَئِيسٍ بِمَا كَانُواْ يَفْسُقُونَ

Fe lemmâ nesû mâ zukkirû bihî enceynellezîne yenhevne anis sûi ve ahaznellezîne zalemû bi azâbin beîsin bi mâ kânû yefsukûn(yefsukûne).

Artık onunla öğüt verildikleri şeyi unuttukları zaman, kötülükten men (nehy) edenleri kurtardık. Ve zulüm edenleri, fıska düşmüş olduklarından dolayı kötü bir azapla aldık (yakaladık).  
1. fe lemmâ : artık, böylece, ...dığı zaman
2. nesû : unuttular
3. mâ zukkirû : hatırlatılan şeyi
4. bihî : onunla
5. enceynâ ellezîne : kurtardık ki onlar
6. yenhevne : nehyediyorlar (yasaklıyorlar)
7. an es sûi : kötülüklerden
8. ve ahaznâ ellezîne : ve o kimseleri yakaladık, aldık
9. zalemû : zulmettiler
10. bi azâbin : bir azap ile
11. beîsin : çetin, zor, fena
12. bimâ : şey sebebiyle
13. kânû : oldukları
14. yefsukûne : fıska düşüyorlar

AÇIKLAMA

Bismillâhirrahmânirrahîm

Bu âyet-i kerimede geçen "insanlara verilen öğüt"; Allah'ın yolunda olmaları, ölmeden evvel ruhlarını Allah'a ulaştırmaları, teslim etmeleri, fizik vücutlarını Allah'a teslim etmeleri, nefslerini Allah'a teslim etmeleri, iradelerini Allah'a teslim etmeleridir. Bu âyet-i kerimeden, insanların böyle bir hususu unuttukları neticesine varıyoruz. Allah'ın söylediklerini, kendi diledikleri istikamette değiştirdiklerini görüyoruz. Allahû Tealâ, Kur'ân-ı Kerim'in ayrı ayrı yerlerinde, olaylar dizisini anlatır. Herbiri, aynı olayın, bir başka âyette anlatılmasına bir ilâve taşır. Birleştirdiğiniz zaman olayın bütünü yakalanır.

Hz. Musa, Tur dağında Allah'ın tabletlerini alırken kavminden 40 gün ayrılmıştır. Aşağıya indiğinde, kavminin bir buzağı heykeline tapmaya başladığını görmüştür. Hepsi Allah'ın yolundan tekrar fıska düşmüşlerdir. Kardeşi Harun'u da (o da Allah'ın Resûl'üydü) öldürmek üzeredirler. Daha sonra İsrail kavmi, tekrar Allah'ın yoluna girmişler, en olmaz sebeplerden dolayı tekrar ayrılmışlardır. Allahû Tealâ İsrail kavmi için: “Biz bütün kavimlere resûl göndeririz. Size de gönderdik. Ama sizin nefsinizin hoşuna gitmeyen şeyleri, size söyledikleri için onların bir kısmını öldürdünüz. Bir kısmını da inkâr ettiniz. Kabul etmediniz.” buyuruyor (Bakara-87). Bu âyetler dizisinde İsrail kavminin, zaman zaman Allah'ın bütün emirlerine itaat ettiklerini, Allahû Tealâ tarafından yüceltildiklerini, sonra yoldan çıktıklarını görüyoruz. Bu, insanın "nefs" adı verilen, tabiatının bir parçasını teşkil eden, afetlerle dolu olan kesiminin, insanları hakimiyetine almasına bağlı bir husustur.

İslâm, insanların Allah'a teslim olmasıdır. Teslim olursa, olayların insanlara tesir etmesi imkânsız hale gelir. İnsan, olayların üzerine çıkar. Üzülmenin, huzursuz olmanın, sıkıntı duymanın, kısaca, tek kelimeyle "mutsuz" olmanın arkasında sadece nefsin afetleri vardır. Ve Allahû Tealâ, bu afetlerin size hakim olduğu sürece, sizi mutsuz edeceğini, huzursuz edeceğini, "sizi Yaratan" olarak, en iyi bilendir. Allahû Tealâ, Kur'ân-ı Kerim boyunca o afetlere nasıl hakim olacağınızı, nasıl yok edeceğinizi önermiştir. Size öğreterek. Konunun içeriğini öğrendiğiniz zaman görürsünüz ki, zor bir şey yoktur. Ama şeytan ve nefsiniz size, o hedefe gitmenizi engelleyecek olan, bu hayatı yaşarken akılcı, mantıklı zannettiğiniz şeyler söyler. Ama Kur'ân-ı Kerim'den, aslını bir araştırabilseniz, iblisin bütün söylediklerinin yalan olduğunu yakalarsınız. O zaman, mutlu olmanın anahtarını ele geçireceksiniz.

İnsanlar, sahâbenin bile sadece 10 tanesinin cennete gideceğini, geri kalanın ne olacağının belli olmadığını söylemekteler. Allahû Tealâ, bütün sahâbenin Allah'ın cennetine gireceğini söylüyor. Bütün sahâbenin daimî zikrin sahibi olduğunu söylüyor. Bütün sahâbenin Allah'ın irşad kademesine ulaştıklarını söylüyor. Âli İmrân Suresinin 20, Yûsuf Suresinin 108. âyet-i kerimelerinde Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve O'nun sahâbesinden bahsedilirken, müşterek ifade, "ben ve bana tâbî olanlar" ifadesidir.

"Bu yol benim ve bana tâbî olanların yoludur." (Yûsuf-108)

"Habibim o ümmîlere ve kitap sahiplerine de ki: Ben ve bana tâbî olanlar; biz hepimiz vechimizi, fizik vücudumuzu Allah'a teslim ettik." (Âli İmrân-20)

Zamanımızın âlimlerine göre sahâbe; hayattayken Peygamber Efendimiz (S.A.V)'i görenlerdir. Ancak putperestler de, kâfirler de, başka bütün dînlerin mensupları da, şeytana tapanlar da O'nu görmüşlerdir. Ama onlar, sahâbe değildi. Sahâbenin müşterek özelliği "tâbî olmak"tır.

Sahâbe tâbiiyetten sonra ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah'a teslim edenlerdir. Münafıklar ise onlar gibi görünmeye çalışanlardır. Sahâbenin arasına katılan münafıklar da görüntüde tâbî olmuşlardır. Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in söylediklerini tekrar etmişler, el öpmüşlerdir. Ama tâbî olmamışlardır. Tâbî olduklarını iddia etmişlerdir. Ama bu tâbiiyet kabul edilmemiştir ve demişler ki, “Biz de tâbî olduk, biz de mü'min olduk.” Bu konuda Allahû Tealâ buyuruyor ki: “Tâbî olan, mü'min olur. Ama siz mü'min olmadınız. Çünkü kalbinizin içine îmân yazılmadı.” (Hucurât-14)

Şeytanın hilesine dikkatle bakın. Der ki: “Îmân kelimesi, inanmak kökünden gelir. Mü'min, Allah'a inanandır. İnanmayan da kâfirdir.” Oysa ki; bir insanın Allah'a inanması onu mü'min yapamaz. Mutlaka kalbinin içindeki küfür kelimesini Allah'ın alması, kalbin içine îmânı yazması lâzımdır. 7 tane kalp şartı, 7 tane inanç şartı, 3 tane vasıf şartının toplamı, insanı mü'min yapar. O zaman kalbine îmân yazılmış, kalbinde küfür bulunmayan bir insan olursunuz. Çünkü kim Allah'a ulaşmayı dilerse, Allah ona 12 tane ihsan verir. Allah, 12. ihsanda gösterdiği mürşide onu ulaştırır. Tâbî olduğu o gün, o kişiye 7 tane nimet verir. 7 tane nimetin bir tanesi kalpten küfür kelimesini almaktır. Allah bundan sonra, o kalbin içine îmânı yazar (Mucâdele-22). Allahû Tealâ, 12 ihsanla tâbî olduğunuz için kalbinizdeki küfür kelimesini almıştır. Onun yerine îmânı yazmıştır. Allah, kalbe îmânı yazdığı için mü'min olunur.

Öyleyse kalbine yazılı olan îmân kelimesinin sahibi, mü'mindir. Elbette Allah'a inanacak. Elbette O'nun peygamberlerine, kitaplarına, meleklerine, bâsu badel mevt'e, ölmeden önce ruhu Allah'a ulaştırmaya, hayrın Allah'tan şerrin insandan olduğuna, elbette inanacak. İşte "Kur'ân-ı Kerim'in Ruhu" deyince bunları anlatmaya çalışıyoruz.

Tefsir, Kur'ân-ı Kerim'in ruhunu muhtevîdir. Lâfzın ötesine geçer. İnsanlar, Allah'a inanan mü'mindir, inanmayan kâfirdir zannediyorlar. Mü'min olmak için mutlaka nefs tezkiyesi yapmak (Mu'min-40), nefs tezkiyesi yapmak için de 7 tane kalp şartının sahibi olmak gerekir.

Allah, cehennemi insanların ve cinlerin çoğu için yaratmıştır (A'râf-179). Cehennemi insanlarla ve cinlerle mutlak olarak dolduracaktır. Hiç boş yer kalmayacaktır. İnsanların çoğu cehenneme gidecektir. İnsanların %90'ından fazlası size, sizin anlayışınıza göre mü'min olduklarını söyleyeceklerdir. Ama mü'min değillerdir. Şeytan öyle şeyleri diline dolamış ki, öylesine inandırmış ki insanları, insanlar kurtulacaklarına inanıyorlar. "Ben Allah'a inanıyorum. Öyleyse mü'minim ne gerek var namaz kılmaya, oruç tutmaya, zekât vermeye" diyorlar. Allah, bütün mü'minleri cennetime koyacağım, buyurmaktadır (Mu'min-40). Bunun neticesinde, sadece hakikati bilmedikleri için insanlar cehenneme gideceklerdir.

Kıyâmet günü, mü'minleri teşkil eden bir tek fırka hariç, bütün fırkalar şeytana kul oldular (Sebe-20). Sahâbe soruyor:

-Ey Allah'ın Resûl'ü! Kaç fırka?
-73
-Bunun 72 tanesi cehenneme mi gidecek?
-Evet.
-Sadece bir tek fırka mı kurtulacak?
-Evet.
-Ey Allah'ın Resûl'ü! Bunların özellikleri ne?
-Onların da; sizin ve benim gibi, Sıratı Mustakîm'in üzerinde olması.

Ruhunuzu, vechinizi (fizik vücudunuzu), nefsinizi, ve iradenizi Allah'a teslim etmek konusundaki bütün yeminleriniz, yani Allah'ın ahdini yerine getirin. İşte bu Sıratı Mustakîm'dir. Sıratı Mustakîm'in üzerinde olun ki; onun dışındaki bütün fırkalar, Allah'ın yolundan ayırırlar (En'âm-152,153).

Kur'ân-ı Kerim'imizde Allah'a ulaşmayı dileyen insanlar, "âmenû olanlar" olarak isimlendirilir (Hûd-29).

Öyleyse herkes kurtulabilir. Herkesin mutlaka kurtulabileceği inanılmaz derecede kolay bir anahtar vermiş Allahû Tealâ, Kur'ân-ı Kerim'de. Tevrat ve İncil'de de vermiş. Her peygambere indirdiğini, o peygamberin şeriat kitabıyla indirmiş. Son Şeriat Kitabı, Son Peygamber olan Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V)'e verilmiş ve eskilerin aynı. Aynı şeyi söylüyor Allahû Tealâ. “Allah'a ulaşmayı dileyeceksiniz.” diyor.

Allahû Tealâ, bütün sahâbenin cennete gireceğini söylüyor. Hepsi Allah'a ulaşmayı dilemişler. Ruhlarını, vechlerini, nefslerini, iradelerini hepsini Allah'a teslim etmişlerdir.

İşte kendilerine verilen öğütler bunlardı. Allah'a ulaşma dileği, tâbiiyetin arkasından birer birer teslimler... Böyle bir istikamette o kişinin Allah'a ulaşmayı dilemesi, kişinin mutlaka cennete ulaşmasının temelini teşkil eder. Ve cennetler, 7 kat olarak, onun önünde birer birer ulaşılacak merhaleler olacaktır.

Âyetin ruhunda, öğüt verildikleri şeyi unutmak ve fısk vardır. Başta bütün insanlar fısktadır. Tâbî oldukları anda fısk sona erer. Sonra kişi tekrar fıska düşebilir. Tekrar tâbiiyet, bir defa daha fısktan kurtarır. Kişi tekrar fıska düşebilir. Bir defa daha tâbiiyet, tekrar kişiyi fısktan kurtarabilir. Ama bundan sonrası için Allahû Tealâ kalplerine küfür kelimesini tabeder ve artık değiştirmez.

2/BAKARA-87: Ve lekad âteynâ mûsâl kitâbe ve kaffeynâ min ba’dihî bir rusuli ve âteynâ îsâbne meryemel beyyinâti ve eyyednâhu bi rûhil kudus(kudusi), e fe kullemâ câekum resûlun bimâ lâ tehvâ enfusukumustekbertum, fe ferîkan kezzebtum ve ferîkan taktulûn(taktulûne).

Andolsun ki, Biz, Musa'ya kitap verdik ve ondan sonra ardarda resûller gönderdik. Ve Meryem'in oğlu İsa'ya beyyineler (açık deliller) verdik ve onu Ruh'ûl Kudüs ile destekledik. Öyle ki, nefslerinizin hoşlanmadığı bir şeyle gelen resûle karşı, her defasında kibirlendiniz. Bu sebeple bir kısmını yalanladınız ve bir kısmını da öldürüyorsunuz.

12/YÛSUF-108: Kul hâzihî sebîlî ed’û ilallâhi alâ basîretin ene ve menittebeanî, ve subhânallâhi ve mâ ene minel muşrikîn(muşrikîne).

De ki: “Benim ve bana tâbî olanların, basiret üzere (kalp gözüyle basar ederek, Allah'ı görerek) Allah'a davet ettiğimiz yol, işte bu yoldur. Allah'ı tenzih ederim. Ve ben, müşriklerden değilim.”

3/ÂLİ İMRÂN-20: Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebean(menittebeani), ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e esmtleum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâg(belâgu), vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi).

Bundan sonra eğer seninle tartışırlarsa o zaman onlara de ki: "Ben ve bana tâbi olanlar vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah'a teslim ettik. O kitab verilenlere ve ümmîlere: "Siz de vechinizi (fizik vücudunuzu) (Allah'a) teslim ettiniz mi?" de. Eğer teslim ettilerse, o taktirde, hidayete ermişlerdir. Ve eğer yüz çevirirlerse, o zaman sana düşen sadece tebliğdir. Ve Allah, kullarını en iyi görendir.

49/HUCURÂT-14: Kâletil a’râbu âmennâ, kul lem tu’minû ve lâkin kûlû eslemnâ ve lemmâ yedhulil îmânu fî kulûbikum, ve in tutîullâhe ve resûlehu lâ yelitkum min a’mâlikum şey’â(şey’en), innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).

Araplar: “Biz âmenû olduk.” dediler. (Onlara) de ki: “Siz âmenû olmadınız (Allah'a ulaşmayı dilemediniz). Fakat: “Teslim olduk.” deyin. Kalplerinize (içine) îmân girmedi. Ve eğer Allah'a ve O'nun Resûlü'ne itaat ederseniz (Allah'a ulaşmayı dilerseniz), amellerinizden bir şey eksiltmez. Muhakkak ki Allah, Gafur'dur, Rahîm'dir.”

58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yû’munûne billâhi vel yevmil âhîri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîretehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minh(minhu), ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anh(anhu), ulâike hizbullâh(hizbullâhi), e lâ inne hizbullâhi humul muflihûn(muflihûne).

Allah'a ve ahiret gününe (ölmeden önce Allah'a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah'a ve O'nun Resûl'üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razı oldular. İşte onlar, Allah'ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah'ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi?

40/MU'MİN-40: Men amile seyyieten fe lâ yuczâ illâ mislehâ, ve men amile sâlihan min zekerin ev unsâ ve huve mu'minun fe ulâike yedhulûnel cennete yurzekûne fîhâ bi gayri hisâb(hisâbin).

Kim seyyiat (şerr, derecat düşürücü ameller) işlerse mislinden daha fazla cezalandırılmaz. Kadınlardan veya erkeklerden kim amilüssalihat (nefsi ıslâh edici ameller, nefs tezkiyesi) yaparsa işte onlar, (îmânı artan) mü'minlerdir. Onlar, cennete konulacak ve hesapsız rızıklandırılacaktır.

7/A'RÂF-179: Ve lekad zere’nâ li cehenneme kesîren minel cinni vel insi lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike kel en’âmi bel hum edallu, ulâike humul gâfilûn(gâfilûne).

Ve andolsun ki; cehennemi, insanların ve cinlerin çoğuna hazırladık (yarattık). Onların kalpleri vardır, onunla fıkıh (idrak) etmezler. Onların gözleri vardır, onunla görmezler. Onların kulakları vardır, onunla işitmezler. Onlar hayvanlar gibidir. Hatta daha çok dalâlettedirler. İşte onlar, onlar gâfillerdir.

34/SEBE-20: Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mûminîn(mûminîne).

Ve andolsun ki iblis, onlar üzerindeki zannını (hedefini) yerine getirdi. Böylece mü'minleri oluşturan bir fırka (Allah'a ulaşmayı dileyenler) hariç, hepsi ona (şeytana) tâbî oldular.

6/EN'ÂM-152: Ve lâ takrebû mâlel yetîmi illâ billetî hiye ahsenu hattâ yebluga eşuddeh(eşuddehu), ve evfûl keyle vel mîzâne bil kıst(kıstı), lâ nukellifu nefsen illâ vus’ahâ ve izâ kultum fa’dilû ve lev kâne zâ kurbâ, ve bi ahdillâhi evfû, zâlikum vassâkum bihî leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).

Yetimin malına, o en kuvvetli çağına gelinceye kadar, en güzel şekliyle olmadıkça yaklaşmayın. Ölçü ve tartıyı adaletle yerine getirin. Kimseyi gücünün dışında (bir şey ile) sorumlu tutmayız. Söylediğiniz zaman, yakınınız olsa bile, artık adaletle söyleyin. Allah'ın ahdini yerine getirin (ifa edin). Böylece tezekkür edersiniz diye, (Allah) işte böyle, size onunla vasiyet (emir) etti.

6/EN'ÂM-153: Ve enne hâzâ sırâtî mustekîmen fettebiûh(fettebiûhu), ve lâ tettebiûs subule fe teferreka bikum an sebîlih(sebîlihi), zâlikum vassâkum bihî leallekum tettekûn(tettekûne).

Ve muhakkak ki; bu, Benim mustakîm olan yolumdur. Öyleyse ona tâbî olun. Ve (başka) yollara tâbî olmayın ki; o taktirde sizi, onun yolundan ayırır. İşte böyle size onunla vasiyet etti(emretti). Umulur ki böylece siz takva sahibi olursunuz.

11/HÛD-29: Ve yâ kavmi lâ es’elukum aleyhi mâlâ(mâlen), in ecriye illâ alâllâhi ve mâ ene bi târidillezîne âmenû, innehum mulâkû rabbihim ve lâkinnî erâkum kavmen techelûn(techelûne).

Ve ey kavmim! Buna (tebliğ ettiğim şeylere) karşılık sizden mal olarak (bir şey) istemiyorum. Eğer ücretim (ecrim) varsa ancak Allah'a aittir. Ve ben âmenû olanları (Allah'a ulaşmayı dileyenleri) tardedecek (uzaklaştıracak, kovacak) değilim. Muhakkak ki onlar, Rab'lerine mülâki olacaklar (ulaşacaklar). Ve lâkin ben, sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum.

 

7/A'RÂF-165

Bismillâhirrahmânirrahîm

İmam İskender Ali Mihr : Artık onunla öğüt verildikleri şeyi unuttukları zaman, kötülükten men (nehy) edenleri kurtardık. Ve zulüm edenleri, fıska düşmüş olduklarından dolayı kötü bir azapla aldık (yakaladık).
Diyanet İşleri : Onlar kendilerine hatırlatılanı unutunca, biz de kötülükten alıkoymaya çalışanları kurtardık. Zulmedenleri yoldan çıkmaları sebebiyle, şiddetli bir azapla yakaladık.
Abdulbaki Gölpınarlı : Öğütçülerin öğütlerini unuttukları zaman biz de, onları kötülükten nehyedenleri kurtardık, zulmedenleriyse, emirden çıktıkları için pek şiddetli bir azâba uğrattık.
Adem Uğur : Onlar kendilerine yapılan uyarıları unutunca, biz de kötülükten men edenleri kurtardık, zulmedenleri de yapmakta oldukları kötülüklerden ötürü şiddetli bir azap ile yakaladık.
Ahmed Hulusi : Kendilerine yapılan öğütleri unuttuklarında; kötülükten engellemeye çalışanları kurtardık; zulmedenleri ise yapmakta oldukları yanlış işler dolayısıyla, çetin bir azaba düşürdük!
Ahmet Tekin : Onlar kendilerine yapılan bunca tebliği, nasihati unutunca, biz de kötülüğü, suçu, bunların sözcülüğünü, savunuculuğunu önleyip yasaklayarak kamu düzenini, kamu güvenliğini sağlayan yöneticileri sorumluluktan kurtardık. Zulmedenleri, haksızlık edenleri de Hak dinin kurallarının dışına çıkmaları, doğru ve mantıklı düşünmeyi terketmeleri, işlemekte oldukları günah ve isyanları dolayısıyla şiddetli bir azâba uğrattık.
Ahmet Varol : Onlar kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında kötülükten sakındıranları kurtardık; zulmedenleri de yoldan çıkmalarına karşılık çok çetin bir azap ile yakaladık.
Ali Bulaç : Kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında ise, biz de kötülükten sakındıranları kurtardık. Zulmedenleri yaptıkları fısk dolayısıyla pek zorlu bir azab ile yakaladık.
Ali Fikri Yavuz : Artık o avcılar, edilen nasihatleri unutunca, biz de kötülükten alıkoyanları kurtardık, zulmedenleri ise, çıkardıkları fesadlar yüzünden şiddetli bir azab ile yakaladık.
Bekir Sadak : Kendilerine yapilan ogutleri unutunca, Biz fenaliktan menedenleri kurtardik ve zalimleri, Allah' a karsi gelmelerinden oturu siddetli azaba ugrattik.
Celal Yıldırım : Ne vakit ki kendilerine yapılan uyarı ve öğüdü unuttular; kötülükten alıkoymaya çalışanları kurtardık ; baş kaldırıp haksızlığa devam edenleri —ilâhî sınırları aşmaları sebebiyle— şiddetli bir azaba uğrattık.
Diyanet İşleri (eski) : Kendilerine yapılan öğütleri unutunca, Biz fenalıktan menedenleri kurtardık ve zalimleri, Allah'a karşı gelmelerinden ötürü şiddetli azaba uğrattık.
Diyanet Vakfi : Onlar kendilerine yapılan uyarıları unutunca, biz de kötülükten men edenleri kurtardık, zulmedenleri de yapmakta oldukları kötülüklerden ötürü şiddetli bir azap ile yakaladık.
Edip Yüksel : Kendilerine hatırlatılanları önemsemeyip unutunca, kötülüklerle mücadele edenleri kurtardık; haksızlık edenleri de yoldan çıkmalarına karşılık olarak feci bir azap ile yakaladık.
Elmalılı Hamdi Yazır : Vaktaki artık edilen nasıhatleri unuttular, o kötülükten nehy edenleri necata çıkarıb o zulm edenleri yaptıkları fısklar sebebiyle şiddetli bir azâba giriftar ettik
Elmalılı (sadeleştirilmiş) : Kendilerine yapılan nasihatları unuttukları vakit, o kötülükten alıkoyanları kurtarıp zulmedenleri de yaptıkları kötülükler sebebiyle şiddetli bir azaba uğrattık.
Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2) : Onlar yapılan bunca nasihatı unuttukları zaman, o kötülükten sakındıranları kurtardık, o zalimleri de fena hareketlerinden dolayı şiddetli bir azaba uğrattık.
Fizilal-il Kuran : Onlar kendilerine yapılan hatırlatmaları unutunca kötülükten sakındıranları kurtardık ve zalimleri, yoldan çıkmışlıkları yüzünden ağır bir azaba uğrattık.
Gültekin Onan : Kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında ise, biz de kötülükten sakındıranları kurtardık. Zulmedenleri fasık oldukları için pek zorlu bir azab ile yakaladık.
Hasan Basri Çantay : Vaktaki onlar artık edilen va'zları unutdular: Biz de kötülükden vaz geçirmekde sebat edenleri selâmete çıkardık. Zulmedenleri ise yapmakda oldukları Asıklar yüzünden şiddetli bir azâb ile yakaladık.
Hayrat Neşriyat : Artık ne zaman ki (onlar) kendilerine yapılan nasîhatleri unuttular, (biz de)kötülükten yasaklayanları kurtardık; zulmedenleri de isyân etmekte olduklarından dolayı şiddetli bir azâb ile yakaladık!
İbni Kesir : Onlar, kendilerine verilen öğüdü unutunca; Biz, kötülükden men'edenleri kurtardık, zulmedenleri ise fasıklık eder oldukları için şiddetli bir azab ile yakaladık.
Muhammed Esed : Ve böylece, o (günahkarlar) kendilerine yapılan bütün uyarıları bir kenara atınca, Biz de, kötü eylemleri önlemeye çalışan (bu) kimseleri kurtardık; kötülük yapmaya eğilimli olanları yaptıkları bütün o uygunsuz işlerden ötürü çok ağır bir azapla tepeledik;
Ömer Nasuhi Bilmen : Vaktâ ki onlar hatırlandırıldıklarını unuttular, kötülükten nehyedenleri necâta nâil ettik ve zulmedenleri de yapar oldukları fısklar sebebiyle şiddetli bir azap ile yakaladık.
Ömer Öngüt : Onlar kendilerine verilen öğüdü unutunca, biz de kötülükten men edenleri kurtardık, zulmedenleri de yapmakta oldukları kötülüklerden dolayı şiddetli bir azap ile yakaladık.
Şaban Piriş : Kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, kötülükten men edenleri kurtarıp, zalimleri fasıklık yapmaları sebebiyle çok kötü bir ceza ile yakaladık.
Suat Yıldırım : (165-166) Kendilerine verilen öğütleri ve uyarıları kulak ardı edip onları bir tarafa bırakınca, içlerinden kötülükleri önlemeye çalışanları kurtarıp o zalimleri fâsıklıkları yüzünden şiddetli bir azaba uğrattık. Şöyle ki: Onlar serkeşlik edip yasakları çiğnemekte ısrar edince onlara: "Hor ve hakir maymunlar haline gelin!" diye emrettik.
Süleyman Ateş : Ne zaman ki onlar, kendilerine hatırlatılanı unuttular, biz de kötülükten menedenleri kurtardık; zulmedenleri de, yoldan çıkmaları yüzünden çetin bir azâb ile yakaladık.
Tefhim-ul Kuran : Kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında ise, biz de kötülükten sakındıranları kurtardık. Zulme sapanları yaptıkları fısk dolayısıyla pek zorlu bir azab ile yakalayıverdik.
Ümit Şimşek : Onlar kendilerine verilen öğütü unuttuklarında, Biz de kötülükten sakındıranları kurtardık; zulmedenleri ise, yoldan çıkmaktaki ısrarları yüzünden, şiddetli bir azapla yakaladık.
Yaşar Nuri Öztürk : Kendilerine verilen öğüdü unuttuklarında, kötülükten alıkoyanları kurtarıp zulme sapanları, yoldan çıkmalarından ötürü, acı bir azapla yakalayıverdik.
Kaynak : İmam İskender Ali Mihr
Tür : Diğer Tarih : 1.11.2018
[ Tüm yazılara ulaşmak için burayı tıklayınız. ]

1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 14, 15, 16, 17, 18, 19, 20, 21, 22, 23, 24, 25, 26, 27, 28, 29, 30, 31, 32, 33, 34, 35, 36, 37, 38, 39, 40, 41, 42, 43, 44, 45, 46, 47, 48, 49, 50, 51, 52, 53, 54, 55, 56, 57, 58, 59, 60, 61, 62, 63, 64, 65, 66, 67, 68, 69, 70, 71, 72, 73, 74, 75, 76, 77, 78, 79, 80, 81, 82, 83, 84, 85, 86, 87, 88, 89, 90, 91, 92, 93, 94, 95, 96, 97, 98, 99, 100, 101, 102, 103, 104, 105, 106, 107, 108, 109, 110, 111, 112, 113, 114, 115, 116, 117, 118, 119, 120, 121, 122, 123, 124, 125, 126, 127, 128, 129, 130, 131, 132, 133, 134, 135, 136, 137, 138, 139, 140, 141, 142, 143, 144, 145, 146, 147, 148, 149, 150, 151, 152, 153, 154, 155, 156, 157, 158, 159, 160, 161, 162, 163, 164, 165, 166, 167, 168, 169, 170, 171, 172, 173, 174, 175, 176, 177, 178, 179, 180, 181, 182, 183, 184, 185, 186, 187, 188, 189, 190, 191, 192, 193, 194, 195, 196, 197, 198, 199, 200, 201, 202, 203, 204, 205206

Sure Adına Göre Sırala

 

 

 

 

Sayfa Ziyaret Sayacı
109.645