<<<<<98/BEYYİNE-4>>>>> Bismillâhirrahmânirrahîm وَمَا تَفَرَّقَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ إِلَّا مِن بَعْدِ مَا جَاءتْهُمُ الْبَيِّنَةُ Ve mâ teferrakallezîne ûtûl kitâbe illâ min ba’di mâ câet humul beyyinetu. Ve kitap ehli olanlar, (onlara beyyine gelmesinden önce) tefrikaya düşmediler (fırkalara ayrılmadılar). Ancak kendilerine beyyineler geldikten sonra (tefrikaya düştüler). 1. | ve mâ teferreka | : ve tefrikaya düşmediler fırkalara ayrılmadılar | 2. | ellezîne | : onlar, olanlar | 3. | ûtû el kitâbe | : kitap verildi | 4. | illâ | : ancak | 5. | min ba'di | : sonra | 6. | mâ | : şey | 7. | câet | : geldi | 8. | hum(u) | : onlara, kendilerine | 9. | el beyyinetu | : beyyineler, apaçık belgeler | AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm Kitap ehli olanlar kendilerine beyyineler geldikten sonra tefrikaya düştüler. Hepsi aynı dînin sahibi oldukları halde ayrı dînlerin sahipleri olduklarını zannederek birbirlerine düşman oldular. Oysaki Hz. İbrâhîm'in hanif dîni Tevrat'taki dîndir, İncil'deki dîndir ve Kur'ân-ı Kerim'deki dîndir. Bu dîn kâinatın yegâne dînidir. Ezelîdir ve ebedîdir.
30/RÛM-30: Fe ekim vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen), fıtratallâhilletî fataran nâse aleyhâ, lâ tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne). Artık hanif olarak kendini (vechini) dîn için ikame et, Allah'ın hanif fıtratıyla ki; Allah, insanları onun üzerine (hanif fıtratıyla) yaratmıştır. Allah'ın yaratmasında değişme olmaz. Kayyum olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez.
98/BEYYİNE-4 Bismillâhirrahmânirrahîm İmam İskender Ali Mihr | : | Ve kitap ehli olanlar, (onlara beyyine gelmesinden önce) tefrikaya düşmediler (fırkalara ayrılmadılar). Ancak kendilerine beyyineler geldikten sonra (tefrikaya düştüler). | Diyanet İşleri | : | Kendilerine kitap verilenler, ancak kendilerine o apaçık delil geldikten sonra ayrılığa düştüler. | Abdulbaki Gölpınarlı | : | Ve ancak kendilerine apaçık kesin bir delil geldikten sonradır ki aykırılığa düştüler, kendilerine kitap verilmiş olanlar. | Adem Uğur | : | Kendilerine kitap verilenler ancak o açık delil (Peygamber) kendilerine geldikten sonra ayrılığa düştüler. | Ahmed Hulusi | : | Kitap verilmiş olanlar, ancak kendilerine o beyyine geldikten sonra ayrılığa düştüler. | Ahmet Tekin | : | İşte bundan sonra, müjdelenen peygamberin, kendi içlerinden görevlendirilmeyip, âdil önder Muhammed’in hak delil Kuran ile tebliğe başlamasından sonra, kendilerine verilen kutsal kitapların hükmünce sorumlu tutulanlar ihtilâf çıkardılar, ayrı baş çektiler, düşman oldular. | Ahmet Varol | : | Kendilerine kitap verilenler, ancak onlara apaçık delil geldikten sonra ayrılığa düştüler. | Ali Bulaç | : | Kitap ehlinden olanlar, ancak kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra fırkalara ayrıldılar. | Ali Fikri Yavuz | : | Böyle iken, kendilerine kitab verilenler, ancak kendilerine o hüccet (Peygamber, yahud Kur’an) geldikten sonra tefrikaya düştüler. (Kimi peygambere iman etti, kimi inkâr etti, kimi de şübhe içinde bocaladı durdu.) | Bekir Sadak | : | Ama, kendilerine kitap verilenler, onlara apacik belge geldikten sonra ayriliga dustuler. | Celal Yıldırım | : | Kitap (Tevrat ve İncil) verilenler ise, kendilerine ancak bu açık kesin delil geldikten sonra bölünüp ayrıldılar. | Diyanet İşleri (eski) | : | Ama, kendilerine kitap verilenler, onlara apaçık belge geldikten sonra ayrılığa düştüler. | Diyanet Vakfi | : | Kendilerine kitap verilenler ancak o açık delil (Peygamber) kendilerine geldikten sonra ayrılığa düştüler. | Edip Yüksel | : | Gerçek şu ki, kendilerine kitap verilmiş olanlar, ancak onlara açık delil geldikten sonra ayrılığa düştüler. | Elmalılı Hamdi Yazır | : | Böyle iken o kitab verilmiş olanlar ancak geldikten sonra ayrıldılar kendilerine o beyyine | Elmalılı (sadeleştirilmiş) | : | Böyle iken o kitap verilmiş olanlar ancak, kendilerine apaçık delil geldikten sonra ayrılığa düştüler. | Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2) | : | Kitap ehli, ancak kendilerine apaçık delil geldikten sonra ayrılığa düştüler. | Fizilal-il Kuran | : | Ama, kendilerine kitab verilenler, onlara apaçık belge geldikten sonra ayrılığa düştüler. | Gültekin Onan | : | Kitap ehlinden olanlar, ancak kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra fırkalara ayrıldılar. | Hasan Basri Çantay | : | Böyle iken kitab verilmiş olan bunlar, ayrılmadı (lar, ayrılmadılar) da ancak kendilerine o apâşikâr hüccet geldikden sonra (ayrıldılar). | Hayrat Neşriyat | : | Böyleyken o kitab verilenler, ancak kendilerine o apaçık delil geldikten sonra ayrılığa düştü. | İbni Kesir | : | Ama kitab verilmiş olanlar, kendilerine apaçık huccetler geldikten sonra ayrılığa düştüler. | Muhammed Esed | : | Ama kendilerine daha önce vahiy verilenler, hakikatin böyle bir kanıtı geldikten sonra (inanç) birlikteliklerini bozdular. | Ömer Nasuhi Bilmen | : | Halbuki, kitap verilmiş olanlar; ayrılmış olmadılar, kendilerine o hüccet geldikten sonra tefrikaya düştüler. | Ömer Öngüt | : | Kendilerine kitap verilenler, onlara apaçık delil geldikten sonra ayrılığa düştüler. | Şaban Piriş | : | Kendilerine kitap verilenler, ancak kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra ayrılığa düştüler. | Suat Yıldırım | : | Ehl-i kitap mensupları, o kesin delil gelinceye kadar bu konuda ihtilaf etmemişlerdi. | Süleyman Ateş | : | Kitap verilmiş olanlar, ancak kendilerine açık kanıt geldikten sonra ayrılığa düştüler. | Tefhim-ul Kuran | : | Kitap ehlinden olanlar, ancak kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra fırkalara ayrıldılar. | Ümit Şimşek | : | Ama kendilerine kitap verilenler, onlara delil geldikten sonra anlaşmazlığa düştüler. | Yaşar Nuri Öztürk | : | Kitap verilmiş olanlar, kendilerine beyyine/açık delil geldikten sonradır ki parçalanıp bölündüler. |
|