Kütahya Osmanlı Kültürünü Yayma ve Yaşatma Derneği okyay derneği

İman’ın Temel Esasları “Akaid”

Anasayfa » Tasavvuf Konuları » İman’ın Temel Esasları “Akaid”
share on facebook  tweet  share on google  print  

İman’ın Temel Esasları “Akaid”

"Tasavvuf Konuları" için, toplam 1 sonuç arasından 1 - 1 arası sonuçlar
İman’ın

İman’ın  Temel Esasları

“Akaid”

Akaid, İnanılacak şeyler, İslam’ın temel itikadi kaideleri demektir. Akide kelimesinin çoğuludur. Arapça Akd. Kelimesinden üretilmiş. Kökü düğümlemek, kesin inanmak manasına geldiği bilinmektedir. Müslümanlar bunu Âmentü, Kelimesi ile ifade eder. Ehl-i sünnet inancı açısından müminlerin, îmân esaslarını ifade eden bir kavramdır. Arapça "âmene" fiilinin birinci tekil şahsı olup Türkçe karşılığı "îmân ettim" demektir. İslam’ın bu temel kavramı, “Allah’ın varlığına ve birliğine, Meleklerine, kitaplarına, resullerine, Ahiret gününe, Hayır ve Şer’rin Allah’tan olduğuna İman ettim. Öldükten sonra dirileceğimiz gerçektir.”  Şeklinde ifade edilir.

Bu temel kaidelerin kapsamı nedir. Nasıl inanmak gerekir. İtikadımızı sağlamlaştırmak için, bu kavramlardan bazılarını irdelemek istiyorum. Önce, Resullere İmandan başlayalım. Bu kavramda Resullere iman denilmesine rağmen, genelde Nebilere inanmak olarak algılanır. Yüce Rabbimiz Ahzap-40. Ayette, Hz. Peygamberimiz için, “Allah’ın resulü ve Nebilerin sonuncusu” olduğu bildiriliyor. Okuyucularımızın dikkatini çekerim, Resullerin sonuncusu değil, Nebilerin sonuncusu olduğu bildiriliyor. Akaid’te Resullerin hepsinin Peygamber (Nebi) olduğu ifade edilir. Bu sebeple İnsanlarımızın büyük çoğunluğu, Resullere imanın, Peygamberlere iman anlamında algılanır. Bu husus kur’ânı kerime uygun mudur? Gelin Kitabımıza bakalım.

5/MÂİDE-19: Yâ ehlel kitâbi kad câekum resûlunâ yubeyyinu lekum alâ fetretin min er rusuli en tekûlû mâ câenâ min beşîrin ve lâ nezîrin fe kad câekum beşîrun ve nezîr(nezîru) vallâhu alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).

“Ey Kitap ehli! Resûllerin (peygamberlerin) fetret devrinde (aralarının kesildiği zamanda), sizlere gerçekleri açıklayan Resûl'ümüz (elçimiz) gelmişti. “Bize bir müjdeleyici ve de uyarıcı gelmedi.” dersiniz diye (dememeniz için). Oysa size "müjdeleyici ve uyarıcı" bir Resûl gelmişti. Allah herşeye kaadirdir.”

23/MU'MİNÛN-44: Summe erselnâ rusulenâ tetrâ, kullemâ câe ummeten resûluhâ kezzebûhu fe etbâ’nâ ba’dahum ba’dan ve cealnâhum ehâdîs(ehâdîse), fe bu’den li kavmin lâ yu’minûn.

“Sonra Biz, resûllerimizi ardarda (arası kesilmeksizin) gönderdik. Her ümmete resûlü geldiği zaman, her defasında onu yalanladılar. Biz de onları birbiri arkasından (helâk ettik). Ve onları efsane kıldık. Artık mü'min olmayan kavim (Allah'ın rahmetinden) uzak olsun.”

Yukarıdaki ilk ayette, ahirette insanların yaşadığımız dönemde, bizi uyaracak resul gelmedi. Diye mazeret üretmelerini engellemek için, Nebilerin olmadığı fetret devirlerinde resullerin gönderildiği açık olarak anlatılıyor. Yetmez, ikinci ayetimizde de Resullerin peş peşe, yani aralıksız gönderildiği, fakat insanların onlara inanmadıkları anlatılıyor. Bu konuda kutsal kitabımızda pek çok ayet olmasına karşılık. İmanın şartlarından resullere imanın, nebilere iman olarak algılanmasının doğru olmadığı ortaya çıkıyor. Kimseyi suçlamıyorum. Bu yanlış kanaatin yerleşmesini, İnsanları yoldan çıkarmak isteyen İblisin marifeti olarak düşünüyorum. Okuyucularımızın temel itikatlarını bu şekilde düzeltip, inançlarını sağlamlaştırmaları diliyorum. Hayır ve Şer’rin Allah’tan olduğuna inanmak konusunda da şu ayetlere bakalım.

4/NİSÂ-78: Eyne mâ tekûnû yudrikkumul mevtu ve lev kuntum fî burûcin muşeyyedeh(muşeyyedetin), ve in tusıbhum hasenetun yekûlû hâzihî min indillâh(indillâhi), ve in tusıbhum seyyietun yekûlû hâzihî min ındik(ındike), kul kullun min ındillâh(ındillâhi), fe mâli hâulâil kavmi lâ yekâdûne yefkahûne hadîsâ(hadîsen).

“Nerede olursanız olun, ölüm size ulaşır. Hatta sağlam kalelerde olsanız bile. Eğer onlara bir iyilik isabet ederse: “Bu Allah'tandır.” derler. Ve eğer onlara bir kötülük isabet ederse: “Bu sendendir.” derler. De ki: “Hepsi Allah'ın katındandır.” Artık bu topluluğa ne oluyor ki söz anlamaya yanaşmıyorlar?”

4/NİSÂ-79: Mâ esâbeke min hasenetin fe minallâh(minallâhi), ve mâ esâbeke min seyyietin fe min nefsik(nefsike), ve erselnâke lin nâsi resûlâ(resûlen), ve kefâ billâhi şehîdâ (şehîden).

“Sana iyilikten (hasenatdan) ne isabet ederse, işte o Allah'tandır. Ve sana kötülükten (seyyiattan) ne isabet ederse, o taktirde o, kendi nefsindendir (derecat kaybedecek bir şey yapmandan dolayıdır). Ve seni, insanlara Resûl olarak gönderdik ve şahit olarak Allah yeter.”

2/BAKARA-216: Kutibe aleykumul kitâlu ve huve kurhun lekum, ve asâ en tekrehû şey’en ve huve hayrun lekum, ve asâ en tuhıbbû şey’en ve huve şerrun lekum vallâhu ya’lemu ve entum lâ ta’lemûn(ta’lemûne).

“Savaş, o sizin için kerih olsa da (hoşunuza gitmese de) üzerinize farz kılındı. Ve hoşlanmayacağınız bir şey olur ki, o sizin için bir hayırdır. Ve seveceğiniz bir şey olur ki, o sizin için bir şerdir. Ve (bütün bunları) Allah bilir, siz bilmezsiniz.”

Yukarıdaki ayetlerde, insanlara isabet eden kötülük (Şer olay)’ın insanın nefsinden olduğu bildiriliyor. Kullarını severek yaratan rabbimiz bizim için daima hayır diler. Şer’ri asla düşünmez. Şer’ri insanlar davranışları ile hayır zannederek talep eder. Allah da bu talebin meydana gelmesini izin verir. Yani, şer olaylar insanların talebi ve Allah’ın izin vermesi ile meydana geliyor. Bunun Allah’tan olduğunu inanmak Allah’a iftiradır. Büyük bir vebaldir. Bu yanlış kanaat, hayır ve şer’rin hangi olay olduğunu bilmemizden kaynaklanıyor. Allah’a göre hayır, bize derecât kazandıran, Şer ise derecât kaybettiren olaylardır. Bu husus üçüncü ayette açıkça anlatılıyor. Bu sebeple, bazı insanlarımız, Akaidin bu yanlışını, Hayır ve şerrin Allah’ın takdiri ile olduğuna inanmak şeklinde itikadi kanaatlerini düzeltir. Bunu okuyucularımıza da tavsiye ediyoruz.

Teslim Dini=İslam

İslam Arapça “Slm” kökünden gelir. Selam, selamet, sulh ve sükûn demektir. Bu fiilin başına Arapça elif harfi geldiğinde, İslam olur. Teslim demektir. Fiilin başına “mim” geldiğimde Müslim olur.  Türkçe teslim olmak, Müslüman, teslim olan kişi, Müslimun teslim olanlar (Çoğul) manasındadır. Netice olarak İslam, Allah’ın emir ve yasaklarına teslim olmak demektir. Bu teslimin başlangıcı, Allah’ın nefsimizin afetlerinden bizi korumak ve uyarmak amacı ile geçici emanet olarak ihsan ettiği ruhumuzu Allah’a teslim etmek ile başlar. Bu da, bir veli resulün manevi yardımı ile  Nefsimizin afetlerinden arındırılması ile mümkündür.

Bunun kolay olmadığı zannedilir. Hâlbuki yüce rabbimiz Şura suresi-13 ayette kendisine yönelenlerin ruhunu, kendisine ulaştırmayı üzerine almış. Kendisine ulaşmayı dileyen herkesin ruhunu kendisine ulaştırıp, kulunun dünya ve ahiret saadetini garanti ediyor. Hidayet çağının bir müjdesi olarak, bu kolaylığı ve güzelliği okuyucularımızın dikkatine sunmak istiyorum. Bu hususu kısaca açıkladıktan sonra İmanın şartlarından olan “Ahirete iman” konusunu inceleyelim.

Ahiret gününe inanmak kavramına gelince, bu olay insanın ölümden sonra yaşanılacak olan dönemi olarak algılanıyor. Ölümden sonra, insanların Dünya’da yaptıkları olumlu ve olumsuz davranışlarının sorgulandığı bir hesap günü ile arkasından Cennet ve Cehennem hayatı olduğunu bilmeyen hiçbir inanç grubu yoktur. Her inanç sisteminin bildiği bir hususun İmanın şartlarından olması olası değil. Ahiret kelimesi, Arapça “Ahir” Türkçe Ötesi, sonrası manasına gelen kelimenin ek alarak müzekker hale gelmiş halidir. Ahir ve ahiret kelimelerinin ikisi de (Biri Müennes, diğeri Müzekker) ötesi, sonrası manasınadır.

Arap gramerinde yevmil evvel ve yevmil ahir kavramları var. Yevmil evvel, her olayın başlangıcını, ahir ise o olayın neticesini anlatmak için kullanılır. İnsanın doğuşu ile Allah’ın kendisine ruhundan üfürmesi olayı yevmil evveli, Kişinin nefsini tezkiye ederek Ruhunu Allah’a (Rücu edilme olayı) geri dönerek ulaştırılması olayı da yevmil ahiri ifade eder. Akaitteki ahirete iman, Ruhun Allah’a ulaştırılarak teslim edilmesi vecibesine inanmaktır. Bu konuyu ispat etmek için şu ayetleri inceleyelim.

13/RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb (hisâbi).

“Ve onlar Allah'ın (ölümden evvel), Allah'a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O'na (Allah'a) ulaştırırlar. Ve Rab'lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.”

10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn (gâfilûne).

“Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.”

7/A'RÂF-147: Vellezîne kezzebû bi âyâtinâ ve likâil âhireti habitat a’mâluhum, hel yuczevne illâ mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).

“Ve onlar ki; âyetlerimizi ve ahirete ulaşmayı (hayatta iken ruhun Allah'a ulaşmasını) tekzip ettiler (yalanladılar) ve onların amelleri, heba oldu (boşa gitti). Onlar, yaptıklarından başka bir şeyle mi cezalandırılır?”

Yukarıdaki ayetlerde ifade edildiği gibi, nefsimizi afetlerinden arındırdıktan sonra, bize emanet olarak, üfürülen ruhumuzu dünya hayatında Allah’a ulaştırmak, Allah’ın temel emridir. İmamın şartlarında yer alan “Ahirete iman” böyle bir farziyetin olduğuna inanmaktır. Bunun böyle bilinmesi gerekir. Bu husus Sahihi Buhari’nin hadis kitabının ilk cildinin 45. Hadisi olan “Cibril Hadisi” nin orijinalinde açıkça anlatılmaktadır. Kur’ândaki İslam’ı yaşayan gerçek mutasavvıflar bunu böyle bilir. Okuyucularımızın, bu gerçekleri göz önüne alarak itikadi kanaatlerini düzeltmelerini tavsiye ederim. Bunun aksini iddia edenler olabilir. Biz konuları sağlam delillere dayanarak anlatmaya çalıştık.

Görüldüğü gibi İmanın esaslarının altı şart ile formüle edilmesi yeterli olmuyor. Nefsimizin tezkiye edilerek Ruhumuzun dünya hayatında, Allah’a iadesi farzdır. Bu hususun da, imanın şartlarından olması gerekir. İmanın şartlarını altıya indirgenmesini, iblisin marifeti olarak değerlendiriyorum. Müslüman kardeşlerimizin bir kelimesi bile değişmeyen kutsal kitabımızı inceleyerek, temel itikadi kanaatlerini bu şekilde düzeltmeleri gerekir.

72/CİNN-14: Ve ennâ minnel muslimûne ve minnel kâsitûn(kâsitûne), fe men esleme fe ulâike teharrev reşedâ(reşeden).

“Ve gerçekten bizden, (Allah'a) teslim olanlar da var ve bizden kasitun (kalpleri kasiyet bağlamış) olanlar da var. Artık kim (Allah'a) teslim olmuşsa işte onlar, irşad olmayı (nefsin ve iradenin teslimini) arayanlardır. “

Yukarıdaki ayette Allah, irşat makamının araştırılmasını emrediyor. Bu husus için Hz. Peygamberimizin Hacet namazı kılarak irşat makamını Allah’tan sorulmasını tavsiye ettiği biliniyor. Bu mübarek üç aylar içinde Perşembeyi Cumaya bağlayan bir gece gusül abdesti ile hacet namazı kılarak irşat makamının Allah’tan sorulması çok iyi olur. Okuyucularımıza tavsiye ederiz. Dört rekât olan Hacet namazının ilk rekâtında Fatiha ve üç ayetel Kürsi sureleri okunur. Sonraki üç rekâtta ise Fatiha, İhlas, Felak ve Nas sureleri okunur. Sonra irşat makamına ulaşılması için dua edilerek yatılır. Samimiyet ile yapılan böyle bir talebi Yüce rabbimiz mutlaka kabul edecektir. İlk Hacet namazı sonrası bir işaret alınamaması halinde, namaz tekrarlanır. Talebimizde samimi ve böyle bir güzelliği hazır olmamız halinde, Allah mutlaka işaretini gönderecek, bizi irşat makamına ulaştıracaktır. O zaman dünyanın daha güzel olduğunu görüp, ahiretimizi de kurtaracağız. Görüldüğü gibi dünya ve ahiret saadetimiz basit bir talebime bağlıdır. Tüm okuyucularımızın bu güzelliğe ulaşmaları dileği ile konumuzu tamamlayalım. İnşallah.

20 Nisan 2018

lutfitumturk@hotmail.com                                                                                             Lütfi TÜMTÜRK

Kaynak : İman’ın Temel Esasları “Akaid”
Tür : Diğer Tarih : 27.05.2018
[ Tüm yazılara ulaşmak için burayı tıklayınız. ]
Sayfa Ziyaret Sayacı
31.741