Kütahya Osmanlı Kültürünü Yayma ve Yaşatma Derneği okyay derneği

İmanın Şartlarını Doğru Anlamak-1 Resullere İman Kavramının Muhteviyatı

Anasayfa » Tasavvuf Konuları » İmanın Şartlarını Doğru Anlamak-1 Resullere İman Kavramının Muhteviyatı
share on facebook  tweet  share on google  print  

İmanın Şartlarını Doğru Anlamak-1 Resullere İman Kavramının Muhteviyatı

"Tasavvuf Konuları" için, toplam 1 sonuç arasından 1 - 1 arası sonuçlar
İmanın

İmanın Şartlarını Doğru Anlamak-1

Resullere İman Kavramının Muhteviyatı

İslam dinin temelini oluşturan genel kurallar, kaideler vardır. Bunlar İslam’ın şartları ile İmanın Şartları diye bilinen kavramlardır. İslam, Arapça “slm” fiil kökünden gelir. Türkçe Barış, sulh, sükun, selamet anlamındadır. Fiilin başına Arapça “Elif” geldiğinde İslam olur. Türkçe teslim demektir. Fiilin başına “mim” harfi geldiğinde Müslim olur. Teslim olmak, Müslüman teslim olan kişi, Müslimun da teslim olanlar (çoğul)  demektir. Görüldüğü gibi, İslam teslim dinidir. Bu teslim kavramı, genel olarak Allah’ın emir ve yasaklarına uygun yaşamak. Onun kural ve kaidelerine teslim olmak manasına gelir.

Yüce rabbimiz insanı çok seviyor. Kâinatta yarattığı her şeyi insanın emrine vermiş. (Casiye-13). Âdem atamız yaratıldığında, Melek ve Cinlerin kendisine secde etmelerini istiyor. Melek ve Cinlerin hepsi secde etmesine rağmen, sadece İblis secde etmeyip, Âdem atamız ve Havva validemize yasakladığı meyveyi yemelerine sebep oluyor. Bu sebeple atalarımız ve İblis cennet’ten çıkarılıp, geçici olarak kalmak üzere yeryüzüne gönderiliyorlar. Yasaklanan meyveyi yemelerine sebep olan nefislerini dünyada afetlerinden arındırıp, öz yurtları olan cennete tekrar dönecekler.

Allah’ın, şeytanın düşmanlığı anlatıp uyarmasına rağmen atalarımız niçin İblisin vesvesesine inanıp, yasaklanan meyveyi yiyor. İşte bu husus çok önemlidir. Allah insanı serbest iradeli olarak yaratıyor. Serbest iradeye çok önem veriyor. Şeytanın atalarımızı kandıracağını bilmesine rağmen müdahale etmiyor. Serbest iradeleri ile doğruyu yanlıştan, güzeli çirkinden ayırmalarını istiyor. İnsanoğlunun nefsi başlangıçta (Kin, nefret, yalan, zan ve zulüm vs.) afetler ile dolu olduğu için nefislerine mağlup oluyor. Meyveyi yiyorlar. Allah neden emrini dinlemediklerini sorduğunda, atalarımız iblis gibi kibirlenip, Allah’a isyan etmeden hataları için tövbe ve istiğfar edip, af talep ediyorlar. Allah onların tövbelerini kabul edip, onları nefislerindeki afetleri arındırmak üzere yeryüzüne gönderiyor.

Burada hedef, atalarımızın Cennetten çıkarılmalarına sebep olan, nefislerinin afetlerini tezkiye etmek. Afetlerin yerine ruhunun güzel hasletleri ile doldurmaktır. Bunu şeytanın varlığına ve onun vesvese, telkinlerine kanmadan yapmak. Böylece serbest iradenin neticesi olarak, dünya’da mutlu olmak ve ahirette de cenneti hak etmek. İşte, kısaca anlatmaya çalıştığımız, İslam’ın temel hedefi budur. İnsanlar bunu başarmak için, Allah’ın koyduğu imanın esaslarına uyarak nefislerini tezkiye edecektir. Bu işlem öyle kolay bir şey olmadığı için Allah da, kullarım bana yönelip, tezkiye işlemini yapmaya niyet etmeleri halinde, onları ben yardım edeceğim onların nefislerini ben tezkiye edeceğim. Diyor.

4/NİSÂ-49: E lem tere ilellezîne yuzekkûne enfusehum belillâhu yuzekkî men yeşâu ve lâ yuzlemûne fetîlâ (fetîlen).

“Kendi nefslerini temize çıkaranları (tezkiye ettiklerini söyleyenleri) görmedin mi? Hayır (öyle değil). Ancak Allah, dilediği kişinin nefsini tezkiye eder. Ve onlar, hurma çekirdeğinin ince ipliği kadar (bile) zulüm olunmazlar.”

Allah’ın dilediği kişi, ona yönelip emirlerine teslim olan (uygulayan) kişidir. Lütfen dikkat edelim. Allah kulun serbest iradesi ile kendisine yöneldiği için bizzat tezkiye ediyor. İnsanlara düşen şey, Allah’a yönelip, ona teslim olmaya niyet etmesinden ibaret. O zaman Allah kulunun elinden tutuyor. Şeytanın etkisini sıfırlıyor. Onu bir dostuna ulaştırıyor. Kişi o Allah dostunun rehberliğinde, Allah’ın vasıta emirlerini uygulayarak imanını güçlendiriyor. Böylece nefsi tezkiye olurken, kendisi de, Dünya saadetini kısmen de olsa yaşamaya başlıyor.

Yazımızın bu aşamasında Allah’ın vasıta emirleri kavramını kullandık. Kafaları karıştırmamak için bunu kısaca açıklayalım. İslam’ın temel hedefi, insanın dünya ve ahiret saadetidir. Bunun için, İmanın esaslarının tatbiki gerekir. Kişi imanını güçlendirmek için, İslam’ın şartlarını tatbik eder. Bunlar hedef emirleri ulaşmak için kullanılan vasıta-araçlardır. İyi anlaşılması için daha açık yazalım. İslam’ın şartları olan namaz kılmak, Oruç tutmak, zekât vermek, Haç’ça gitmek, kelimeyi şahadet getirmek, Allah’a ulaşmayı dilemek ve zikrullah vasıta emirdir. Bu araç emirler kullanılarak imanın esasları olan hedef emirler tatbik edilip, imanın güçlenmesi sağlanır.

İslam’ın beş şartına iki ilave yaptınız diyenler olabilir. Hz. Peygamber zamanında uygulanmasına rağmen çağımızda şeytan tarafından unutturulan, Allah’a ulaşmayı dilemek İslam’ı yaşamanın ilk basamağıdır. Zikrullah ise nefsimizin tezkiyesinde büyük fonksiyonu olan, en önemli ibadet’tir. Bunu ispat eden iki ayeti ayetleri inceleyelim.

10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn.

“Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.”

29/ANKEBÛT-45: Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salât(salâte), innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn (tasneûne).

“Kitaptan sana vahyedilen şeyi oku ve salâtı ikâme et (namazı kıl). Muhakkak ki salât (namaz), fuhuştan ve münkerden nehyeder. Ve Allah'ı zikretmek mutlaka en büyüktür. Ve Allah, yaptığınız şeyleri bilir.”

Buradan İmanın esasları olan şartlara gelmek istiyorum. İmanın esasları çağımızda altı adet olarak bilinir. Hâlbuki yukarıdaki Yunus-7.  Ayet’te belirtildiği gibi, Ruhun Allah’a ulaşması da imanın esaslarındandır. Bu yedi hususun çağımızda ayrı ayrı irdelenmesi gerekir. Bunlar hepsini anlatmaya kalksak yazımızın hacmini aşarız.  Onun için, bu yazımızda sadece resule iman konusunu çok kısaca açmak istiyorum. Resule iman çağımızda, Peygamber (Nebi)’ye iman olarak algılanıyor.

33/AHZÂB-40: Mâ kâne muhammedun ebâ ehadin min ricâlikum, ve lâkin resûlallâhi ve hâtemen nebiyyin(nebiyyine), ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ (alîmen).

“Muhammed (A.S), sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası olmamıştır (değildir). Fakat Allah'ın Resûl'ü ve Nebîler'in (Peygamberler'in) Hatemi'dir (Sonuncusudur). Allah, herşeyi en iyi bilendir.”

5/MÂİDE-19: Yâ ehlel kitâbi kad câekum resûlunâ yubeyyinu lekum alâ fetretin min er rusuli en tekûlû mâ câenâ min beşîrin ve lâ nezîrin fe kad câekum beşîrun ve nezîr(nezîru) vallâhu alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).

“Ey Kitap ehli! Resûllerin (peygamberlerin) fetret devrinde (aralarının kesildiği zamanda), sizlere gerçekleri açıklayan Resûl'ümüz (elçimiz) gelmişti. “Bize bir müjdeleyici ve de uyarıcı gelmedi.” dersiniz diye (dememeniz için). Oysa size "müjdeleyici ve uyarıcı" bir Resûl gelmişti. Allah herşeye kaadirdir.”

Bu iki ayet her şeyi açıklıyor. Hz. Peygamberimiz Nebilerin hatemi, sonuncusudur. Resullerin sonuncusu değildir. İkinci ayette, nebiler arasındaki fetret devirlerinde nebi olmayan resullerin geldiği bildiriliyor. Bu çok açık ayetlere rağmen, akaitte resul kavramının Peygamber olarak algılanmasına şaşmamak mümkün değil. Bu iblisin saptırmasından başka bir şey değildir. Halbuki Allahü Teâlâ  kur’ânı kerimde, tüm kavimlerde ve her zaman parçasında resullerin var olduğunu bildiriyor.

23/MU'MİNÛN-44: Summe erselnâ rusulenâ tetrâ, kullemâ câe ummeten resûluhâ kezzebûhu fe etbâ’nâ ba’dahum ba’dan ve cealnâhum ehâdîs(ehâdîse), fe bu’den li kavmin lâ yu’minûn.

“Sonra Biz, resûllerimizi ardarda (arası kesilmeksizin) gönderdik. Her ümmete resûlü geldiği zaman, her defasında onu yalanladılar. Biz de onları birbiri arkasından (helâk ettik). Ve onları efsane kıldık. Artık mü'min olmayan kavim (Allah'ın rahmetinden) uzak olsun.”

Görüldüğü gibi resullere iman çok önemlidir. Kutsal kitabımızda geçen her resul kelimesinin yerine Hz. Peygamberi koyduğumuzda ayetlerin anlamları tamamen değişiyor. İnsanlarımızın dalalette kalmalarına sebep olunuyor. Bu kavim resulleri, insanlarımızı doğruyu yanlıştan ayırmalarına yardım eden, Allah dostlarının en önemlileridir. Onlar insanları Allah’a çağırır, nefislerini tezkiye eder, Onlara kitabı öğretir ve hikmeti öğretir. Onlar olmadan insanlar hidayete eremez. Bu hususları ispat eden ayetleri dikkatle inceleyelim.

3/ÂLİ İMRÂN-164: Le kad mennallâhu alel mu’minîne iz bease fîhim resûlen min enfusihim yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn (mubînin).

“Andolsun ki Allah, mü'minlerin (başlarının) üzerine (devrin imamının ruhu) bir ni'met olmak üzere (onların aralarında, kendi kavminin içinde) kendilerinden bir resûl beas eder. Onlara O'nun (Allah'ın) âyetlerini tilâvet eder, onları tezkiye eder ve onlara kitap ve hikmeti öğretir. Ondan evvel (Allah'a ulaşmayı dilemeden) onlar gerçekten açık bir dalâlet içinde idiler.”

16/NAHL-36: Ve le kad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh(dalâletu), fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn (mukezzibîne).

“Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). (Allah'a ulaşmayı dileyerek) Allah'a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını (Resûlün daveti üzerine Allah'a ulaşmayı dileyenleri), Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin, nasıl olduğuna bakın.

Görüldüğü gibi tüm kavimlerde onlara dilleri ile hitap eden (İbrahim-4) Nebi olmayan veli Resuller vardır. Allah’a yönelip, dünya hayatında ruhen ona ulaşmayı dileyen kişileri, Allah bu resul veya onların vekillerini buluşturur. Onların rehberliğinde insanlar vasıta emirleri tatbik ederek, imanlarını güçlendirir. O zaman kalbine iman yazılmış, gerçek  mümin olurlar. Dünya mutluluğu yaşanmaya başlanır. Ahirette de Cenneti hak ederler. Bunun için kişinin yaptığı şey, Allah’a ulaşmayı dilemekten ibarettir. İslam’da dünya ve ahiret saadetinin yakalamak bu kadar kolay bir şeydir. Bu güzellik, çağımızda maalesef unutulmuş. Ancak, şimdi biz bunu öğrendik. Okuyucularımızın Allah’a ulaşmayı dileyerek dünya ve ahiret saadetini yakalamaları dileği ile yazımızı tamamlayalım. İns.

5 Ağustos 2020

lutfitumturk@hotmail.com                                                                                                                             Lütfi TÜMTÜRK 

Kaynak : Lütfi TÜMTÜRK
Tür : Diğer Tarih : 10.08.2020
[ Tüm yazılara ulaşmak için burayı tıklayınız. ]
Sayfa Ziyaret Sayacı
31.770