Kütahya Osmanlı Kültürünü Yayma ve Yaşatma Derneği okyay derneği

Allah’ın Ayetlerini ve O’na Mülâki Olmayı İnkâr Edenler

Anasayfa » Tasavvuf Konuları » Allah’ın Ayetlerini ve O’na Mülâki Olmayı İnkâr Edenler
share on facebook  tweet  share on google  print  

Allah’ın Ayetlerini ve O’na Mülâki Olmayı İnkâr Edenler

"Tasavvuf Konuları" için, toplam 1 sonuç arasından 1 - 1 arası sonuçlar
Allah’ın

Allah’ın Ayetlerini

ve

O’na Mülâki Olmayı İnkâr Edenler

 

İslam, Arapça “slm” fiil kökünden gelir. Türkçe selam, selamet, huzur, barış manasına gelir. Bu filin başına, Arapça elif harfi geldiğinde, İslam olur. Türkçe teslim manasına gelir. Fiilin başına Arapça “mim” harfi geldiğinde Müslim olur. Teslim olmak demektir. Müslüman teslim olan kişi, Müslimun teslim olanlar (çoğul) demektir. Görüldüğü gibi, İslam teslim dinidir. Genel olarak Allah’ın emir ve yasaklarına teslim (İtaat etmek) olmaktır.

Bizi ve tüm kâinatı yaratan rabbimiz, kullarını çok seviyor. Onun için yerlerde ve göklerde yarattığı her şeyi insanın emrine, hizmetine tahsis edilmiş. Tek bir amacı var. Yarattığı sevgili kullarının dünyada mutlu olmaları ve ahirette de onlar için hazırladığı cennetine almak.

45/CÂSİYE-13: Ve sahhare lekum mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı cemîan minh(minhu), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn (yetefekkerûne).

“Ve göklerde ve yerde olanların hepsini kendinden (bir lütuf olarak) size musahhar (emre amade) kıldı. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden bir kavim için mutlaka âyetler (ibretler) vardır.”

Allah, Kullarım diyor. Sizin mutluluğa ulaşmanız için bilmeniz gereken her şeyi kutsal kitabınıza koydum. Bu kitabı size açıklayacak Nebi Resul ve nebilerin olmadığı fetret devirlerinde, veli resullerimi görevlendirdim. Bu emir ve yasaklarıma itaat ederseniz, dünyada mutlu olursunuz. Ahirette de sizi cennetime alırım. Sizin mutluluğunuza vesile olan, bu konuları öğrenmek için bana ve resullerime teslim olun. İtaat edin. Mutlu olun.

20/TÂHÂ-123: Kâlehbitâ minhâ cemîan ba’dukum li ba’dın aduvv(aduvvun), fe immâ ye’tiyennekum minnî huden fe menittebea hudâye fe lâ yadıllu ve lâ yeşkâ.

(Allahû Tealâ şöyle) dedi: “İkiniz oradan (aşağı) inin! Hepiniz (şeytan ve siz), birbirinize düşman olarak. Bundan sonra Benden size mutlaka hidayet gelecek. O zaman kim hidayetime tâbî olursa artık o, dalâlette kalmaz ve şâkî olmaz.”

5/MÂİDE-92: Ve etîûllâhe ve etîûr resûle vahzerû, fe in tevelleytum fa’lemû ennemâ alâ resûlinel belâgul mubîn(mubînu).

“Ve Allah'a itaat edin ve Resûl'e itaat edin ve (onlara karşı gelmekten) sakının. Eğer bundan sonra yüz çevirirseniz bilin ki Resûl'ümüze düşen, sadece açık bir tebliğdir (duyurmadır).”

Bilindiği gibi, Yüce Rabbimiz Âdem atamızı, Ondan da Havva annemizi cennet’te yaratmış, ikiniz burada yaşayın her istediğinizi yiyin, için yalnız şu ağaca yaklaşmayın diye uyarmasına rağmen, atalarımız şeytanın vesvesesi ile o ağacın meyvesini yiyorlar. Bu sebeple Cennetten çıkarılıp. Şeytan’a uymasına sebep olan nefsinin afetlerinden arınmaları için, dünya’ya gönderiliyorlar. Atalarımız ve onların çocukları olan bizim, dünya’daki temel göreviz, nefislerimizi afetlerinden arındırmak. Bunun nasıl başarılacağı hususu, yukarıdaki ayette hidayetçi bir rehberin yönetiminde Allah’a teslim olmak olduğu bildiriliyor. O zaman Allah’ın dostu oluyoruz.

2/BAKARA-257: Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilen nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn (hâlidûne).

“Allah, âmenû olanların (Allah'a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.”

İblisin talebi üzerine Allah, Âdem atamızı kandıran şeytan’a, kıyamete yaşamak üzere, izin verip onu da cennetinden kovuyor. O zamana kadar insanları saptırmasına izin veriliyor. Böylece insanlar dünya’da imtihana tabi tutuluyor. Allah’a dost edinenler sınavı başarıp, mükâfat olarak cenneti kazanıyor. Bize düşen görev, iblisin atamızı kandırdığı gibi, bizi de kandırmasına mani olmak. Aksi halde cehennemi kendimiz hak ediyoruz. Bunun için yapılacak iş, Allah’a yönelip, onun çağımızda yaşayan bir veli resulüne tabi olmaktır. Bu satırlarımızı okuyan bazı kişiler devrimizde resul yoktur diye itiraz edeceklerdir. Onun için bu konuda, şu iki de ayeti de inceleyelim.

5/MÂİDE-19: Yâ ehlel kitâbi kad câekum resûlunâ yubeyyinu lekum alâ fetretin min er rusuli en tekûlû mâ câenâ min beşîrin ve lâ nezîrin fe kad câekum beşîrun ve nezîr(nezîru) vallâhu alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).

“Ey Kitap ehli! Resûllerin (peygamberlerin) fetret devrinde (aralarının kesildiği zamanda), sizlere gerçekleri açıklayan Resûl'ümüz (elçimiz) gelmişti. “Bize bir müjdeleyici ve de uyarıcı gelmedi.” dersiniz diye (dememeniz için). Oysa size "müjdeleyici ve uyarıcı" bir Resûl gelmişti. Allah herşeye kaadirdir.”

23/MU'MİNÛN-44: Summe erselnâ rusulenâ tetrâ, kullemâ câe ummeten resûluhâ kezzebûhu fe etbâ’nâ ba’dahum ba’dan ve cealnâhum ehâdîs(ehâdîse), fe bu’den li kavmin lâ yu’minûn.

“Sonra Biz, resûllerimizi ardarda (arası kesilmeksizin) gönderdik. Her ümmete resûlü geldiği zaman, her defasında onu yalanladılar. Biz de onları birbiri arkasından (helâk ettik). Ve onları efsane kıldık. Artık mü'min olmayan kavim (Allah'ın rahmetinden) uzak olsun.”

Hz. Peygamberimiz nebilerin hatemi (Mührü-sonuncusu)’dir. Ondan sonra nebi gelmeyecek. Ancak, yukarıdaki ayetlerde ifade edildiği gibi, nebilerin olmadığı dönemlerde, nebi olmayan veli resullerin peş peşe gelecekleri açıklanıyor. Bu mübarekleri arayan, hacet namazı ile Allah’tan soranlar mutlaka bulur. Kitabımızdaki gerçek İslamı yaşamak için onlara tabi olmak gerekiyor. Onlara tabi olanlar dünya ve ahiret mutluluğunu yaşar. Bu veli resullerin görevleri aşağıdaki ayetlerde şöyle sıralanmış.

3/ÂLİ İMRÂN-164: Le kad mennallâhu alel mu’minîne iz bease fîhim resûlen min enfusihim yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn (mubînin).

“Andolsun ki Allah, mü'minlerin (başlarının) üzerine (devrin imamının ruhu) bir ni'met olmak üzere (onların aralarında, kendi kavminin içinde) kendilerinden bir resûl beas eder. Onlara O'nun (Allah'ın) âyetlerini tilâvet eder, onları tezkiye eder ve onlara kitap ve hikmeti öğretir. Ondan evvel (Allah'a ulaşmayı dilemeden evvel) onlar gerçekten açık bir dalâlet içinde idiler.”

16/NAHL-36: Ve le kad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh(dalâletu), fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).

“Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). (Allah'a ulaşmayı dileyerek) Allah'a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını (Resûlün daveti üzerine Allah'a ulaşmayı dileyenleri), Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin, nasıl olduğuna bakın (görün).”

Ayette, kendilerinden kavramı ile açıklanan bu resuller, tanıyıp bildiğimiz, aynı dil ile konuştuğumuz kişiler. Görevleri, İnsanlara Allah’ın kitabını açıklayıp, nefislerini afetlerinden tezkiye etmek. Onlara hikmet (fizik ötesi gerçekler)’i öğretmek. Onları tanıyıp, rehberliklerini kabul etmeden önce, kişilerin dalalette oldukları belirtiliyor. Bunlar kendilerine tabi olanları Allah’a yaklaştırıyor. Sebat edenlerin ruhlarını Allah’a ulaştırıyor. Dünya hayatında Ruhun Allah’a ulaşması olayı hidayettir. Bu olaya İslam’da Allah’a ulaşmak, Mülaki olmak denir. Kişilerin hidayete erip, kurtuluşuna vesile olan, bu vuslat (Allah’a kavuşma) olayına, Kur’ânı kerimde Arapça “Likâe” (Allah’a ulaşma) fiili de kullanılır. İnsanların nefislerini afetlerinden Arındırdıktan sonra, ruhların dünya hayatında, Allah’a ulaştırılması, çağımızda maalesef unutulmuş, terk edilmiştir. Bu konuda Allah bakın ne diyor.

18/KEHF-105: Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel kıyameti veznâ(veznen).

“İşte onlar, Rab'lerinin âyetlerini ve O'na mülâki olmayı (ölmeden evvel ruhun Allah'a ulaşmasını) inkâr ettiler. Böylece onların amelleri heba oldu (boşa gitti). Artık onlar için kıyâmet günü mizan tutmayız.”

7/A'RÂF-147: Vellezîne kezzebû bi âyâtinâ ve likâil âhireti habitat a’mâluhum, hel yuczevne illâ mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).

“Ve onlar ki; âyetlerimizi ve ahirete ulaşmayı (hayatta iken ruhun Allah'a ulaşmasını) tekzip ettiler (yalanladılar) ve onların amelleri, heba oldu (boşa gitti). Onlar, yaptıklarından başka bir şeyle mi cezalandırılır?”

Çağımız din görevlileri hidayeti “Doğru yol” gibi muğlak bir kavram ile açıklıyor. Halbuki, Yüce rabbimiz, A.İmran-73 ve Bakara-120. Ayette, “İnnel Hûda Hûdallah” ifadesi ile Muhakkak ki hidayet, Allah’a ulaşmaktır. Buyurmaktadır. Böylece iblis insanların mutluluğunu engel olmak için hidayeti unutturmuş. Tasavvufu yaşayan çok küçük gruplar haricinde Müslümanların büyük çoğunluğu, hidayetin gerçek manasını bilmiyor. Bu sebeple karşı çıkılıyor. Bu yüzden İslam ülkelerinden belalar eksik olmuyor. Allah’ın yardımı alınamadığı için Müslümanlar varlık içinde yokluk çekiyor. Diğer toplumlar arasında eziliyorlar.

Bazı kişiler, biz Müslüman olduğumuz için Allah’a daha yakınız. İbadetlerimizi yapıyoruz. Buna rağmen gayri Müslim toplumlara göre daha geri durumdayız. Bu neden böyle oluyor diye düşündüklerini biliyorum. Bunun sebebi yukarıdaki ayetlerde açıklanıyor. Mülaki olmayı inkâr edenlerin amellerinin heba olduğu açıklanıyor. Hidayet (Ruhun dünya hayatında Allah’a ulaştırılıp, teslim olması) çok çok önemli bir olaydır.  Zira fizik vücut ve nefsin teslimi gibi imaj teslimler, bu olaydan sonra olabiliyor.  Ruhun teslimi tüm teslimlerin başlangıcıdır. Anadolumuzun tüm şehir ve kasabalarında, kabirleri olan evliyalara erenler denilmesinin sebebi budur. Bu mübareklerin hepsi hayata yaşarken Allah’a ulaşmayı dilemiş. (Böyle bir niyetle Allah’ın yoluna girmiş.) Mürşitlerine tabi olmuş. Allah’ın sevgili kullarıdır. Bu sebeple Halkımız onlardan, dua ile himmet diler. İslam toplumlarının başına gelen tüm felaketlerin altında yatan sebep, Kurândaki gerçek İslam’ın, özellikle de ruhun teslim edilmesi olayının terk edilmesinden kaynaklandığını düşünüyorum.

32/SECDE-14: Fe zûkû bi mâ nesîtum likâe yevmikum hâzâ, innâ nesînâkum ve zûkû azâbel huldi bi mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).

Öyleyse bu "likâe" (Allah'a ulaşma) gününüzü, unutmanızdan dolayı (azabı) tadın. Muhakkak ki Biz de sizi unuttuk. Ve yaptıklarınız sebebiyle ebedî azabı tadın.

O halde toplumumuza düşen görev, hemen tövbe edip yeniden İslam’a sarılmaktır. Allah’ın tövbemizi kabul edip, bizi mağfiret edeceği umulur. O zaman Allah’ın yardımı gelecek her zorluk kolayca aşılacaktır. Bu manevi güzelliğe kavuşmanın ilk adımı, Allah’a ulaşmayı dilemektir. Bizi çok seven rabbimiz kendisine yönelen kullarına yüz üstü bırakamayacak. Her konuda yardım edecektir. Vesselam.

11.1.2020

lutfitumturk@hotmail.com.                                                                                Lütfi TÜMTÜRK

Kaynak : Lütfi Tümtürk
Tür : Diğer Tarih : 11.01.2020
[ Tüm yazılara ulaşmak için burayı tıklayınız. ]
Sayfa Ziyaret Sayacı
44.007