İmanın Şartlarını Doğru Algılamak-4 Kitaplara İnanmak. Daha önce belirttiğimiz gibi, İslam’ı yaşayabilmek için imanın şartlarının iyi bilinmesi ve uygulanması gerekir. Onun için, son yazılarımızda bu hususu irdelemeye, varsa yanlışlarımızı düzeltebilmek için konunun ayrıntısına girerek anlatmaya çalışıyorum. Resullere ve yevm’il ahire iman konusu ile Hayır ve Şer meselesini sağlam deliller ile inceledik. Bu gün de Kitaplara iman konusunu açmak istiyorum. 4/NİSÂ-136: Yâ eyyuhellezîne âmenû âminû billâhi ve resûlihî vel kitâbillezî nezzele alâ resûlihî vel kitâbillezî enzele min kabl(kablu), ve men yekfur billâhi ve melâiketihî ve kutubihî ve rusulihî vel yevmil âhıri fe kad dalle dalâlen baîdâ (baîden). “Ey âmenû olanlar! Allah'a ve O'nun Resûl'üne ve Resûl'üne indirdiği Kitab'a ve daha önce indirdiği Kitab'a îmân edin. Ve kim, Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, resûllerini ve yevm'il âhiri (sonraki ahir gününü) inkâr ederse, o taktirde uzak bir dalâletle sapmış olur.” İmanın beş şartının açıklandığı yukarıdaki ayette Allahû Teâlâ, “Resulüne indirdiği kitaba” ifadesinden sonra, “Daha önce indirdiği kitaplara” da iman edilmesi emrediliyor. Onun için ülkemizde ve diğer İslam ülkelerinde çağımıza kadar intikal eden dört semavi kitaba iman edilmesi gerektiği bilinir. Kur’ânın Allah’ın koruması altında olduğu, ( Hicr-9. Ayet ) bu sebeple orijinal şeklinin muhafaza edildiği, buna karşılık diğer semavi kitapların tahrif edildiği (değiştirildiği) kanaati yaygındır. Biz de bu kitaplara tahrifat olduğu kanaatindeyiz. Çünkü kur’ân ile çakışan (Aynı muhteviyat’ta) ayetler olduğu gibi, çelişen ayetler de olduğunu biliyoruz. Bu hususları başka bir yazımıza bırakıp, bu yazımızda Kur’âna iman’ın ayrıntısına girmek istiyorum. 2/BAKARA-2: Zâlikel kitâbu lâ reybe fîh(fîhi), huden lil muttekîn (muttekîne). İşte bu Kitap ki, O'nda hiçbir şüphe yoktur. Takva sahipleri için bir hidayettir. Yukarıdaki ayette ifade edildiği gibi, Kur’ânın Allah kelamı olduğunda şüphe yoktur. Bunun böyle bilinmesine rağmen günümüzde Kur’ân ile çelişen uygulamalar pek çok. Bunun sebebi sorulduğunda, kur’ânı herkes anlayamaz. Biz âlimlerin yazdığı kitaplara göre uygulama yapıyoruz. Deniliyor. A.İmran suresi-7.Ayette, Kur’ân ayetlerinin bir kısmı Muhkem, (Açık anlaşılır.) diğer bir kısmının ise müteşabih (Açıklanmaya muhtaç, kapalı) olduğu bildiriliyor. Bu müteşabih ayetleri, Allah ve Allah’ın “Ululelbab” diye vasıflandırdığı kişilerin tezekkür edebilecekleri açıklanıyor. Onun için Bu kişilerin kimler olduğunun bilinmesine ihtiyaç var. 3/ÂLİ İMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ, subhâneke fekınâ azâben nâr (nârı). Onlar (ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru. 3/ÂLİ İMRÂN-164: Le kad mennallâhu alel mu’minîne iz bease fîhim resûlen min enfusihim yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn (mubînin). Andolsun ki Allah, mü'minlerin (başlarının) üzerine (devrin imamının ruhu) bir ni'met olmak üzere (onların aralarında, kendi kavminin içinde) kendilerinden bir resûl beas eder. Onlara O'nun (Allah'ın) âyetlerini tilâvet eder, onları tezkiye eder ve onlara kitap ve hikmeti öğretir. Ondan evvel (Allah'a ulaşmayı dilemeden evvel) onlar gerçekten açık bir dalâlet içinde idiler. Yukarıdaki ilk iki ayette, Ulülelbab’ın özellikleri veriliyor. Bunlar Ayakta, otururken ve yan üzeri yatarken zikir yapanlar olduğu bildiriliyor. Diğer ayette de, Kur’ânı insanlara açıklamak üzere görevlendirilen kişinin, insanların kendilerinden (Tanıyıp bildikleri) olan veli resuller olduğu bildiriliyor. Bunlar Fatiha suresinde de belirtildiği gibi müminlerin başlarının üzerine nimet oldukları açıklanıyor. Böylece, kur’ânı kerimdeki müteşabih ayetleri bu kişilerden öğrenilmesinin gerektiğini öğreniyoruz. Peki, bunları nasıl bulacağız diye soranlara hacet namazı ile Allah’tan sorulmasının gerektiğini tavsiye diyoruz. Bu kişiler bulunup onların rehberliğini kabul ettiğimizde kur’ânın ruhuna girmek, muhkem ayetlerin yanında, müteşabih ayetlerin manalarını da öğrenebiliriz. Bu gerçeklere rağmen insanlarımızın büyük bir kısmı, şeytanın etkisi ile Allah ile kul arasına kimse giremez. Ben kimseyi tanımam, âlimlerin meallerini okur. Onların dediğini yaparım, diye israr ediliyor. Bu nasıl kitaba iman! Ülkemizde satılan kur’ân meallerini incelediğimizde Kur’ân ile çelişen pek çok hüküm var. Bunlardan çok örnekler verebiliriz. Ancak o zaman yazımızın haddini aşarız. Onun için bu konuyu okuyucularımızın incelemesi için, birkaç örnek vermek mecburiyetindeyiz. Kutsal kitabımızda geçen kavramların en önemlisi Hidayet’tir. Meallarde, Hidayet ve Sırat-ı Müstakim için nereye gittiği belli olmayan doğru yol veya dosdoğru yol olarak açıklanmaktadır. Halbuki Allah, A.İmran-73 ve Bakara-120 ayetlerinde Hidayetin Allah’a ulaşmak, sırat-ı Müstakim’in ise (Hiçr-41) Allah’a istikametlenmiş, yol oldukları bildiriliyor. Rad suresi-20 ayette, “Onlar Allah’ın ahdini ifa ederler, misaklarını bozmazlar.” İfadesi ile Allah’a teslimiyet anlatılıyor. Meallerde ise, bu husus akrabalık hakları olarak açıklanıyor. Onlar öyle idrak etmiş diye geçiştiremeyiz. İmanımızın gereği olarak kur’ânın emirlerinin doğru bilinmesi gerekir. Kitaplara iman bunu gerektirir. Bu konuda bakın Allah ne diyor. 2/BAKARA-78: Ve minhum ummiyyûne lâ ya’lemûnel kitâbe illâ emâniyye ve in hum illâ yezunnûn. “Ve onlardan bir kısmı ümmîlerdir. Onlar (Allah'ın) Kitabı'nı bilmezler, sadece emaniyeyi (kişilerin yazdığı kitapları) bilirler. Ve onlar sadece zanda bulunuyorlar.” 2/BAKARA-79: Fe veylun lillezîne yektubûnel kitâbe bi eydîhim summe yekûlûne hâzâ min indillâhi li yeşterû bihî semenen kalîlâ(kalîlen), fe veylun lehum mimmâ ketebet eydîhim ve veylun lehum mimmâ yeksibûn (yeksibûne). “Artık elleriyle (emaniye bilgiler içeren) kitabı yazanların vay haline! Sonra da onu (bu yazdıklarını) az bir bedel karşılığında satmak için: “Bu Allah'ın indindendir.” derler. İşte onlara yazıklar olsun, elleriyle yazdıkları şeylerden dolayı ve yazıklar olsun onlara, kazandıkları şeyler sebebiyle.” Allah, kur’ânı açıklamaya yetkili olmayan bu kişiler için, “Emaniyeciler” diyor. Kitabı bilmezler. Zanda bulunurlar deniliyor. Yazdıklarından kâr elde etmek için “Bu Allah indindendir.” dedikleri açıklanıyor. Gerçekten çağımızda pek çok kur’ân meali var. Bunların çoğu birbiri ile çelişiyor. Bir çelişkiyi daha burada yazmak gerektiğini hissediyorum. Müslümanlara Hz. Peygamberimizin ahirette şefaat edeceği, Müslümanların günahları için bir müddet cehennemde yandıktan sonra, cennete gidecekleri söyleniyor. Hâlbuki Hz. Peygamberimiz kızı Fatma Validemize ahirette yardım yapamayacağını söylediği bilinir. Kur’ânı kerim’in elliden fazla ayet’te cehennemden çıkış olmayacağı bildiriliyor. İblisin insanları böyle kandıracağını ezelden bilen Allah, bakın bu konuda ne diyor. 2/BAKARA-80: Ve kâlû len temessenen nâru illâ eyyâmen ma’dûdeh(ma’dûdete), kul ettehaztum indallâhi ahden fe len yuhlifallâhu ahdehu(ahdehû) em tekûlûne alâllâhi mâ lâ ta’lemûn. “Ve (emaniyeye tâbî olanlar): “Ateş bize, sayılı günlerden başka asla dokunmayacak (günahlarımız kadar yanıp cennete gireceğiz).” dediler. De ki: “Allah'ın katından bir ahd mi edindiniz?” O taktirde (Eğer böyle bir ahd almışsanız) Allah, ahdinden asla dönmez. Yoksa Allah'a karşı bilmediğiniz bir şey mi söylüyorsunuz?” Kitaba inanmak böyle olmaz. Kitabın içeriğini “Müteşabih ayetleri” açıklama yetkisi verilen veli resulleri veya bunların vekilleri olan Allah dostları (mürşit)’nı bulup, onların rehberliğinde İslam yaşanmalıdır. O zaman dünya saadeti yaşanır. Sahabe efendilerimiz ve atalarımız olan Osmanlı döneminde İslâm böyle yaşanmış. Saadet asrı meydana getirilmiş. Günümüzde Müslüman toplumlar yerde sürünüyor. Sefiller yaşıyor. Bu yüzden İslam ülkelerinden batıya göçmek isteyen mazlumlar, hudutlarda denizlerde ölüyor. Bütün bunlar, İslam yaşanmadığı için oluyor. İslam yaşanmış olsa, eskiden olduğu gibi dünyaya örnek toplumlar meydana getirilir. 2/BAKARA-4: Vellezîne yu’minûne bi mâ unzile ileyke ve mâ unzile min kablik(kablike) ve bil âhireti hum yûkınûn (yûkınûne). Onlar (takva sahipleri) ki, sana indirilene ve senden önce indirilenlere (bütün semavî kitaplara) îmân ederler ve onlar ahirete yakîn hasıl ederler (yakîn seviyesinde kesin olarak inanırlar). 2/BAKARA-5: Ulâike alâ huden min rabbihim ve ulâike humul muflihûn (muflihûne). İşte onlar, Rab'lerinden bir hidayet üzeredirler. Ve işte onlar, onlar muflihundurlar (felâha, kurtuluşa erenlerdir). İmanın esaslarını iyi bilip, kur’âna göre İslam’ı yaşayanların durumları yukarıdaki ayetlerde anlatılıyor. Onlar kitaplara iman eder, Allah’a yakin hasıl ederler deniliyor. Böylece kurtuluşa ulaşıyorlar. Bu görüşlere karşı çıkıp, ben kur’ânı öğretecek kimse bulamadım diyenler için bakın, Allah ne diyor. 16/NAHL-36: Ve le kad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh(dalâletu), fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn (mukezzibîne). Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). (Allah'a ulaşmayı dileyerek) Allah'a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını (Resûlün daveti üzerine Allah'a ulaşmayı dileyenleri), Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin, nasıl olduğuna bakın (görün). Görüldüğü gibi kavimler içinde, onların lisanı ile konuşan (İbrahim-4) veli resulü bulup, ona tabi olduğumuzda, delâletten kurtulup, hidayete eriyoruz. Aksi halde dalâlette kalacağımız açıklanıyor. Okuyucularımızın konuyu iyi idrak ederek dünya ve ahiret saadetini kavuşmaları dileği ile yazımızı tamamlayalım. 9 Ekim 2020 lutfitumturk@hotmail.com. Lütfi TÜMTÜRK
|