İslam’da Cihat Kavramı Cihat Savunmaya Yöneliktir. İslami terimleri irdelemeye devam ediyoruz. Bu gün cihat kavramını açmaya çalışalım. Arapça kökenli olan Cihat, din uğruna yapılan savaş ve mücadele anlamında kullanılmaktadır. Batılılar Müslümanları cihatçı, mücadeleci olarak tanıtmaya çalışır. Çağımız teröristlerini İslam toplumlarına mal etmeye çalışırlar. Hâlbuki yüz yıl süren haçlı seferleri seferlerini unutuyorlar. Bağnaz batının haçlı seferleri bu gün de bir çeşitli şekilde devam ediyor.
Siyasi bir grup gibi görünen Avrupa birliği bir Hıristiyan kulübüdür. İslam ülkelerini İçlerine almıyorlar. İslam toplumlarının başına bela olan, terörist grupları organize edip, donatıyorlar. Orta doğudaki İslam devletleri ile mücadele eden terör devleti İsrail, ABD ve Avrupa tarafından şımartılıyor. İslam toplumlarının belası olan El Kaide, Taliban, PKK, DEAŞ, PYD, ve Afrika’da terör estiren ticari gemileri yağmalayan terör gruplarının hepsi, başlangıçta batı tarafından organize edilen terör gruplarıdır.
Terör devleti olan İsrail, Filistinlilere her türlü zulmü yapar. Birleşmiş Milletler ve Güvenlik konseyi gibi uluslar arası kurumların kararlarına hiç uymaz. Bunu başka bir ülke ve gruplar yaptığında hemen yaptırım kararı gelir. Birleşmiş milletler gücü oluşturarak, zayıf ülkeler ezilir. Karışıklık çıktığı için birleşmiş milletler gücünün müdahale ettiği, Afganistan, Irak, Suriye ve Libya başta olmak üzere, hiçbir yerde huzur sağlanamamış. Buralardaki karışıklık daha da artmıştır.
Uluslar arası kuruluşları kontrol eden bağnaz ve zalim batı devletlerinin bu siyasi politikaları yüzünden, çağımız İslam devletleri yer altı zenginliklerine rağmen ilimde, teknikte ve refah düzeyi bakımından geri kalmışlardır. Çünkü zenginlikleri büyük devletler tarafından yağmalanıyor. İslam toplumları birbirlerine karşı tahrik ediliyor. Aralarına sokulan fitne ve fesat politikaları sebebi ile gelişmelerine mani olunuyor. Türkiye gibi kontrol dan çıkmak isteyen İslam devletleri, Terör grupları ve ekonomik güçleri ile sıkıştırılarak pasifize edilmeye çalışılıyor.
İslam öğretisinde fitne, fesat, haksız saldırı, işgal ve zulüm yasaktır. Kimse inancı sebebi ile kınanamaz. Yurdundan edilemez. Hz. Peygamberimiz Mekke ve Medine’de kontrolü sağladıktan sonra, Yahudilere dokunmamış. Onlar Müslümanlar arasında uzun yıllar huzur içinde yaşayıp, inançlarını rahatça uygulayabilmişlerdir. Osmanlı dönemlerinde de farklı din mensupları dinlerini özgürce yaşamış. İslam’da Cihat, savunmaya yöneliktir. İslam toplumlarına saldırılması, inançlarının yaşanmasına mani olunması ve yurtlarından edilmesi durumda savaş, mücadele izni verilmiş. İslam İnancının yaygınlaştırılması için tebliğ vazifesi, toplum ve kişilerin özgür iradeleri ile İslami hayatın tercih edilmesi ile sınırlıdır. Zira İslam’da zorlama yoktur. Müslümanlar semavi dinlerin hepsine saygılıdır. Tüm nebilerin Allah’ın teslim dinini insanlara öğrettiklerini, bu öğretilerin zamanla tahrifata uğradığına inanılır.
9/TEVBE-12: Ve in nekesû eymânehum min ba'di ahdihim ve ta'anû fî dînikum fe kâtilû eimmetel kufri innehum lâ eymâne lehum leallehum yentehûn(yentehûne). “Ve ahdlerinden sonra şâyet yeminlerini bozarlarsa ve dîniniz hakkında dil uzatırlarsa o taktirde küfrün önderleri ile savaşın. Çünkü onların, yeminleri yoktur. Böylece (umulur ki) vazgeçerler.”
9/TEVBE-13: E lâ tukâtilûne kavmen nekesû eymânehum ve hemmû bi ihrâcir resûli ve hum bedeûkum evvele merreh(merretin), e tahşevnehum, fallâhu ehakku en tahşevhu in kuntum mu'minîn (mu'minîne). “Yeminlerini bozan bir kavimle savaşmayacak mısınız? Ve (onlar) resûlü (yurdundan) çıkarmaya kalkıştılar (karar verdiler) ve sizinle (savaşa) ilk defa başlayanlar onlardır. Onlardan korkuyor musunuz? (Halbuki) Allah, şâyet mü'minlerseniz, O'ndan korkmanız için daha çok hak sahibidir.”
9/TEVBE-88: Lâkinir resûlu vellezîne âmenû meahu câhedû bi emvâlihim ve enfusihim, ve ulâike lehumul hayrâtu ve ulâike humul muflihûn (muflihûne). “Fakat Resûl ve âmenû olanlar, malları ve nefsleri (canları) ile onunla beraber cihad ettiler. Ve işte onlar; (bütün) hayırlar, onlarındır. Ve işte onlar; onlar, felâha (kurtuluşa) erenlerdir.”
Görüldüğü gibi inançların yaşanmasına mani olunması ve insanların yurtlarından çıkarılması savaş sebebi sayılıyor. Bir de müminlerin dayanışma ve yardımlaşması öneriliyor. Bir İslam ülkesine saldırı olduğunda, saldıranlara karşı birlikte mücadele edilmesi gerektiği bildiriliyor. Bu konudaki şu ayetleri de inceleyelim. Müminler arası savaş 49/HUCURÂT-9: Ve in tâifetâni minel mû’mînînektetelû fe aslihû beyne humâ, fe in begat ihdâhumâ alel uhrâ fe kâtilûlletî tebgî hattâ tefîe ilâ emrillâh(emrillâhi), fe in fâet fe aslihû beynehumâ bil adli ve aksitû, innallâhe yuhıbbul muksitîn(muksitîne).
Ve eğer mü'minlerden iki grup savaşırlarsa, o zaman ikisinin arasını düzeltin. Fakat, eğer ikisinden biri diğerine saldırırsa, o taktirde saldıran grupla Allah'ın emrine dönünceye kadar savaşın. Bundan sonra eğer dönerse, böylece ikisinin arasını adaletle düzeltin, (onlara) adil davranın (diğerine zulmetmeyin). Muhakkak ki Allah, adaletle davrananları sever. 49/HUCURÂT-10: İnnemel mû’minûne ihvetun fe aslihû beyne ehaveykum vettekûllâhe leallekum turhamûn (turhamûne). Mü'minler ancak kardeştir. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Ve Allah'a karşı takva sahibi olun. Umulur ki, böylece siz rahmet olunursunuz.
Görüldüğü gibi birlik ve beraberlik (Tevhit) tavsiye diliyor. Bu ilahi emirlere rağmen çağımız İslam ülkeleri (Batı ile ittifak kurup) birbirleri ile sürtüşüyor. Bu günlerde Mısır, Birleşik Arap emirliği, Yunanistan ile birleşerek, Türkiye aleyhine faaliyet gösteriyor. İran, Suriye ve Suudi Arabistan mezhep savaşı yapıyor. Müslümanlar arasında birlik sağlanamıyor. Türkiye batının ikiyüzlülüğünü ispat etmeye çalıştığı için, küresel baskı altına alınmaya çalışılıyor. Türkiye’nin haklı olduğunu gören bazı ülkeler de seslerini çıkaramıyor.
3/ÂLİ İMRÂN-139: Ve lâ tehinû ve lâ tahzenû ve entumul a’levne in kuntum mu’minîn(mu’minîne). “Ve gevşemeyin ve mahzun olmayın! Eğer mü'min iseniz, üstün olan sizsiniz.”
3/ÂLİ İMRÂN-160: İn yansurkumullâhu fe lâ gâlibe lekum, ve in yahzulkum fe menzellezî yansurukum min ba’dih(ba’dihi), ve alâllâhi fel yetevekkelil mu’minûn (mu’minûne). “Eğer Allah size yardım ederse, o zaman sizi yenecek yoktur. Ve eğer sizi yardımsız (yüz üstü) bırakırsa, ondan sonra size kim yardım eder. Öyleyse mü'minler, Allah'a tevekkül etsinler (Allah'a güvensinler).” Allah müminlere garanti veriyor. “Eğer bana güveniyorsanız, üstün olan sizsiniz. Allah size yardım ederse, sizi yenecek yoktur.” Diyor. Fakat zayıf iradeli korkaklar, güçlü müttefik diye batıya sığınıyor. Allah’a tevekkül edilmediği için, onun yardımı alınamıyor. Bu sebeple İslam toplumları yerde sürünüyor. Şu ayeti de inceleyelim.
9/TEVBE-111: İnnallâheşterâ minel mu’minîne enfusehum ve emvâlehum bi enne lehumul cenneh(cennete), yukâtilûne fî sebîlillâhi fe yaktulûne ve yuktelûne va’den aleyhi hakkan fît tevrâti vel incîli vel kur’ân(kur’âni), ve men evfâ bi ahdihî minallâhi, festebşirû bi bey’ıkumullezî bâya’tum bih (bihî), ve zâlike huvel fevzul azîm (azîmu). “Allah muhakkak ki; Allah yolunda savaşan, böylece öldüren ve öldürülen mü'minlerden onlara verilecek cennet karşılığında, canlarını ve mallarını satın almıştır. (Bu), Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'ân'da, O'nun (Allah'ın) üzerine hak olan vaaddir. Allah'tan daha çok ahdine vefa eden kimdir? O'nunla yaptığınız alışveriş ile sevinin! Ve işte o, en büyük fevz (mükâfat)dir.”
Yapılan savaş, cihat Allah yolunda, onun meşru şartlarında olacak. Başkalarını sömürmek, mazlumların ezilmesi, haksız nefislerin tatmini için olmayacak. İslam’da Allah’a güven onun emirlerine itaat esastır. Bu şartlarda Allah’ın yardımı geliyor. Allah’ın bu garantisi, diğer semavi kitaplarda da bildirilmiş. Onun için atalarımız olan Osmanlı “İlahi kelimetullah için” her sene, Anadolu’dan Avrupa’ya gidip, ihanetlerinden vaz geçmeleri şartı ile kâfirlere sulh teklifi yapıyor. Kabul edilir ise İstanbul’a geri dönülüyor. Aksi halde, hainlere hadleri bildiriliyor.
9/TEVBE-20: Ellezîne amenû ve hâcerû ve câhedû fî sebîlillâhi bi emvâlihim ve enfusihim a'zamu dereceten ındallâh(ındallâhi) ve ulâike humul fâizûn (fâizûne). “Âmenû olan ve hicret (göç) eden kimselerin, malları ve canları ile Allah yolunda cihad eden kimselerin, Allah'ın katında en büyük dereceleri vardır. Ve işte onlar, onlar kurtuluşa erenlerdir.”
9/TEVBE-41: İnfirû hıfâfen ve sikâlen ve câhidû bi emvâlikum ve enfusikum fî sebîlillâh(sebîlillâhi), zâlikum hayrun lekum in kuntum ta'lemûn (ta'lemûne). “Hafif ve ağır (süvari ve piyade) olarak sefere çıkın ve mallarınızla ve canlarınızla (nefslerinizle) Allah yolunda cihad edin (savaşın). İşte bu, eğer bilmiş olsanız, sizin için daha hayırlıdır.”
İslam’da meşru cihat çok önemlidir. Mübarek sahabe efendilerimiz, Hz. Eyyup el Ensari gibi, yaşlı olmasına rağmen Arabistan’dan kalkıp, Hz. Peygamberin övdüğü kişilerden olabilmek için İstanbul’a geliyor. Anadolumuzun birçok şehirlerinde bu mübarek sahabelerin kabirleri var. Osmanlı döneminde de nerede bir haksızlık, zulüm varsa atalarımız oraya yetişir. Huzur ve güveni sağlarlarmış. Osmanlı Hıristiyan ve Musevi tebaasına hiçbir zaman baskı uygulamamış. Herkes inancını özgür bir şekilde yaşadıklarını gururla okuyoruz.
Netice olarak tekrar edelim. İslam’da cihat kısaca savunmaya yöneliktir. Haksız saldırı, sömürü ve zulüm için yapılan mücadele, meşru değildir. Böyle haksız bir mücadelede ölen kişi Şehit olmaz. Şehit olmanın temel şartı, mücadelenin Allah yolunda, meşru bir saldırıyı önlemek veya haksız bir saldırının önlenmesi için yapılan bir mücadelede hayatını kaybedenler içindir. Şehitlik, Nebilik ve Sıddık’lık dan sonra gelen (Nisa-69) çok yüksek bir makamdır. Atalarımız şehit olabilmek için can atarlardı. Allah izin verirse bir yazımızda şehitlik kavramının ayrıntısına girip, okuyucularımız ile paylaşmak istiyorum.
11 Haziran 2022 lutfitumturk@hotmail.com Lütfi TÜMTTÜRK
|