Emanete ihanet Ahde Vefa Göstermek. Sahabenin meşhurlarından Enes Bin Malik’in rivayet ettiği, çok bilinen “Emanete ihanet edenin dini, Ahde vefa etmeyenin ise imanı yoktur.” Hadisinde verilmek istenen mesaj nedir. Konusunu irdelemek istiyorum. Bu hadisi “Emanete hıyanet edenin imanı, ahde vefa göstermeyenin dini yoktur.” şeklinde de verenler de var. Her iki şekilde anlam farkı pek değişmiyor. Önemli olan hadisin sahih olup olmadığı, Hz. Peygamberin, “Hadislerim tartışıldığında kur’âna bakın. “Kur’âna aykırı hadisim olamaz.” Dediğini biliyoruz. Şimdi bu ölçüye göre inceleyelim. Bu konuda, Kutsal kitabımızda ne hükümler var. 33/AHZÂB-72: İnnâ aradnel emânete ales semâvâti vel ardı vel cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehal insân(insânu), innehu kâne zalûmen cehûlâ(cehûlen). Muhakkak ki Biz, emaneti göklere, arza ve dağlara arz ettik (sunduk, teklif ettik). Onu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular. Ve insan onu yüklendi. Muhakkak ki o (nefs), çok zalimdir, çok cahildir. 4/NİSÂ-58: İnnallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ ve izâ hakemtum beynen nâsi en tahkumû bil adl(adli), innallâhe niımmâ yeızukum bih(bihî), innallâhe kâne semîan basîrâ(basîran). Muhakkak ki Allah, emanetleri sahibine teslim etmenizi ve insanlar arasında hakemlik yaptığınız zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki Allah, onunla (bununla) size ne güzel öğüt veriyor. Ve muhakkak ki Allah, en iyi işiten ve en iyi görendir. Yukarıdaki ayetlerde Emanet konusunda ip uçları veriliyor. Emanet öyle bir şeymiş ki, yer, gök ve dağlar kabul etmemiş. Korkmuşlar. İnsan kabul ediyor. Emanetlerin sahibine teslim edilmesi gerektiği bildiriliyor. Bu ayette dikkat çeken bir husus var. Emanet çoğul gösteriliyor. Sahibinin ise tekil olduğu anlaşılıyor. Birden fazla emanet var. Bunların hepsi bir yere teslim edilecek. Bunun nasıl bir şey olduğunu anlamak için, daha fazla bilgiye ihtiyaç var. Kutsal kitabımızda araştırdığımızda şu ayetler karşımıza çıkıyor. 23/MU'MİNÛN-8: Vellezîne hum li emânâtihim ve ahdihim râûn(râûne). Ve onlar, emanetlerine ve ahdlerine riayet edenlerdir (uyanlar, sadık olanlardır). 23/MU'MİNÛN-9: Vellezîne hum alâ salavâtihim yuhâfızûn(yuhâfızûne). Ve onlar, salâvâtlarını (namazlarını) muhafaza edenler (devam ettirenler)dir. Bu ayetlerde emanetlerine, ahitlerine riayet edenlerin bir özelliği veriliyor. Bunlar namazlarını aksatmadan kılanlar olduğunu anlıyoruz. Aşağıdaki ayetlerde de, Namazlarını aksatmamalarının yanında, şahitliklerine muhafaza eden, Cennet ehli kişi olduklarını öğreniyoruz. Bu şahitlik nasıl bir şahitlik. Bakara-140. Ayette konu edilen, Allah katındaki şahitlik olduğunu düşünüyorum. Araştırmaya devam edip şu ayetleri de inceleyelim. 70/MEÂRİC-32: Vellezîne hum li emânâtihim ve ahdihim râûn(râûne). Ve onlar emanetlerine ve ahdlerine riayet edenlerdir. 70/MEÂRİC-33: Vellezîne hum bi şehâdâtihim kâimûn(kâimûne). Ve onlar, şahitliklerinde kaim olanlardır (şahitliğe devam edenler). 70/MEÂRİC-34: Vellezîne hum alâ salâtihim yuhâfizûn(yuhâfizûne). Ve onlar, namazlarını muhafaza edenlerdir (devamlı kılanlardır). 70/MEÂRİC-35: Ulâike fî cennâtin mukremûn(mukremûne). İşte onlar, cennetlerde ikram olunan kimselerdir. Emanetlerine riayet edenleri cennetlerde ikram edildiklerine göre, dağların yüklenmekten çekindiği bu emanetin alalâde bir kıymetin ötesinde bir şey olduğu anlaşılıyor. Günümüz din görevlileri bu emanetin, kişilere geçici bırakılan bir kıymet (Nesne) olduğu görüşü hâkim. Ayetlerin, edebi sanat gereği, birden fazla anlamı olabilir. Ancak bunun maddi bir nesneye bağlanması yaratıcımızın hafife alınması olur. Bunun çok daha değerli bir şey olması gerektiğini düşünüyoruz. Bu düşünceden hareketle insanda, diğer varlıklarda olmayan, sadece insanda bulunan nedir? Bunu araştırdığımızda, İnsanın diğer varlıklarda bulunmayan ruh (Hicr-29.) sahibi olduğunu, insana emanet olarak verilen ruhu, kişinin nefsini tezkiye ettikten sonra, yaşarken Allah’a iadesinin istendiği göz önüne alındığında, bu kıymetli emanetin, Ruhumuz olduğu anlaşılıyor. Mutasavvıf Allah dostları da bu şekilde izah ediyor. 13/RA'D-20: Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâk (misâka). Onlar, Allah'ın ahdini ifa ederler (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah'a teslim ederler). Ve misaklerini (diğer teslimlerle birlikte iradelerini de Allah'a teslim edeceklerine dair misaklerini) bozmazlar. 13/RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb (hisâbi). Ve onlar Allah'ın (ölümden evvel), Allah'a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O'na (Allah'a) ulaştırırlar. Ve Rab'lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar. Yukarıdaki ayetleri inceledikten sonra, İslam tasavvufunda en temel işlevin nefis tezkiyesi sonrası ruhun Allah’a teslimi gerektiği, İslam’ın teslim dini olmasının hikmetinin de buradan kaynaklandığını öğreniyoruz. O zaman her şey yerine oturuyor. Şimdi ahd meselesine girebiliriz. Bu konuda şu ayetleri de inceleyelim. 36/YÂSÎN-60: E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn (mubinun). Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (şeytan), size apaçık bir düşmandır. 36/YÂSÎN-61: Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun). Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır. Yukarıdaki ayette, İnsanın, Allah’a kul olacağına dair ahd verildiği açıklanıyor. Kul olmak kavramının muhteviyatı bilindiği gibi, Allah’ın emir ve tavsiyelerine uygun yaşamak. Ayette, sıratı müstakim üzerinde bulunmak olduğu bildiriliyor. Arapça sırat yol demektir. Müstakim ise, belirli bir istikamet üzere anlamındadır. Bu istikametin nereye ulaştığını öğrenmek için şu ayeti de incelemeliyiz. 15/HİCR-41: Kâle hâzâ sırâtun aleyye mustekîm (mustekîmun). Allahû Tealâ şöyle buyurdu: “İşte bu, Bana yönlendirilmiş (Bana ulaştıran) yoldur.” Yukarıdaki ayette, bu yolun Allah’a istikametlenmiş olduğu bildiriliyor. Bu ayet ile düğüm çözülüyor. Allah kullarını kendisine çağırıyor. Emanet olan ruh belli bir süre fizik vücuda rehberlik yapıp, nefsimizi afetlerinden arındırdıktan sonra Allah’a iadesi isteniyor. Halk arasında eles bezmi denilen zamanda, Allah’a verilen Ahd (söz) de aynı sebeple verilmiş. Emanete ihanet, verilen bu sözün yerine getirilmemesidir. Sözün yerine getirilmesi ise ahde vefa göstermek olduğu çok açık. Konunun bu şekilde anlaşılması lazım. İnsanlar Ahde vefa gösterip, Emanetin iadesi hususunda Allah’a verdikleri sözü kendileri yerine getirebilir mi? Şu ayeti de inceleyelim. 7/A'RÂF-35: Yâ benî âdeme immâ ye’tiyennekum rusulun minkum yekussûne aleykum âyâtî fe menittekâ ve asleha fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn (yahzenûne). Ey Âdemoğulları! Sizin içinizden, size âyetlerimi anlatan (kıssa eden) resûller geldiği zaman, bundan sonra kim takva sahibi olur ve nefsini ıslâh ederse (nefs tasfiyesi yaparsa), artık onlara korku yoktur. Ve onlar mahzun olmazlar. 20/TÂHÂ-123: Kâlehbitâ minhâ cemîan ba’dukum li ba’dın aduvv(aduvvun), fe immâ ye’tiyennekum minnî huden fe menittebea hudâye fe lâ yadıllu ve lâ yeşkâ. (Allahû Tealâ şöyle) dedi: “İkiniz oradan (aşağı) inin! Hepiniz (şeytan ve siz), birbirinize düşman olarak. Bundan sonra Benden size mutlaka hidayet gelecek. O zaman kim hidayetime tâbî olursa artık o, dalâlette kalmaz ve şâkî olmaz.” Görüldüğü gibi nebiler zamanında nebi resuller, onların olmadığı fetret devirlerinde nebi olmayan veli resuller zamanında onların rehberliğinde nefis tezkiyesi yapıp hidayete ermek söz konusu. Onların rehberliği olmadan hidayete ermek, Emanetimizi teslim etmek mümkün değil. 3/ÂLİ İMRÂN-164: Le kad mennallâhu alel mu’minîne iz bease fîhim resûlen min enfusihim yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin). Andolsun ki Allah, mü'minlerin (başlarının) üzerine (devrin imamının ruhu) bir ni'met olmak üzere (onların aralarında, kendi kavminin içinde) kendilerinden bir resûl beas eder. Onlara O'nun (Allah'ın) âyetlerini tilâvet eder, onları tezkiye eder ve onlara kitap ve hikmeti öğretir. Ondan evvel (Allah'a ulaşmayı dilemeden evvel) onlar gerçekten açık bir dalâlet içinde idiler. Fatiha suresinde sıratı müstakime ulaşmayı talep ediyoruz, bu yolda (başların üzerinde nimet olan) Allah dostları bulunuyor. Biz de onların yardımını (İstiane) talep ediyoruz. O mübarekleri bulup, yardımlarını alabilmek için, için Perşembe akşamı hacet namazı ile Allah’tan talepte bulunmak gerekir. Ancak o zaman emaneti teslim edip, ahdimizi yerine getirmiş, dünya saadetini yaşayıp, ahiretimizi de kurtarabiliyoruz. 9.9.2022 lutfitumturk@hotmail.com Lütfi TÜMTÜRK
|