6-İhlas Makamı- İrşat olmuş. Halis - Muhlis Kul olmak. Allahû Tealâ, daimi zikre ulaşıp nefsini teslim eden kulunun kalbini yedi kademede daha müzeyyen kılarak ihlasa ulaştırıyor. Bu husus, Beyyine-5. Ayette şöyle anlatılmaktadır.” Ve onlar, Allah için hanifler olarak dînde halis kullar olmaktan (nefslerini halis kılmaktan) ve namazı ikame etmekten ve zekâtı vermekten başka bir şeyle emrolunmadılar. İşte kayyum dîn (kıyâmete kadar devam edecek dîn) budur.” Ayette görüldüğü gibi, “Dinde halis kul” olmak emrediliyor. Halis-Muhlis kelimeleri Türkçemizde de tertemiz olmak manasında hâlâ kullanılmaktadır. Dinde halis olmak, nefsin afetleri tezkiye ve tasfiye edilmiş, daimi zikre ulaşmış kişi olmaktır. Nefsini teslim eden kişi bu vasıftadır. Allah bu kuluna daha evvel gösterdiği zemin katının ötesinde, yedi gök katının da sırlarını gösterecektir. Ayetin sonunda “Başka bir şeyle emrolunmadılar.” İfadesi muhlis kul olmanın farz olduğunu göstermektedir. “İşte bu kayyum (ezelden-ebede devam edecek) olan din budur” İfadesi de çok önemlidir. Geçmişte başka isimlerle hiçbir din olmadığını anlıyoruz. Haniflerin meydana getirdiği tek bir teslim dini olmuştur. Kur’ânı kerimde, hanif kelimesi, Hz. İbrahim’in dini için kullanılmıştır. Tek Allah’a inanarak, teslim olanların meydana getirdiği tevhit dini’dir. Rum-30. Ayette, “Artık hanif olarak kendini (vechini) dîn için ikame et, Allah'ın hanif fıtratıyla ki; Allah, insanları onun üzerine (hanif fıtratıyla) yaratmıştır. Allah'ın yaratmasında değişme olmaz. Kayyum olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez.” İfadesi ile Hz. Peygamberimizin de hanif olduğu bildirilmektedir. Dinde halis olan bu kullar, Allah’ın sırlarına vakıf olarak, irşat olmuşlardır. Artık başkalarını da irşat edecek seviye gelmişlerdir. İşte tasavvuf ve Allah yolunun temel amacı budur. Allahû Tealâ, Bu hususu, Bakara-186. Ayette, “Ve kullarım sana, Benden sorduğu zaman, muhakkak ki Ben, (onlara) yakınım. Bana dua edilince, dua edenin duasına (davetine) icabet ederim. O halde onlar da Bana (Benim davetime) icabet etsinler ve Bana âmenû olsunlar (Bana ulaşmayı dilesinler). Umulur ki böylece onlar irşada ulaşırlar (irşad olurlar.” İfadesi ile açıklamaktadır. Kişi Allah’ın davetine icabet etmiştir. Nefsinin afetlerini tezkiye ve tasfiye etmiş. Halis-Muhlis kul olmuştur. Böylece iblisin Sad-83, Hicr-40 gibi birçok ayette açıklandığı üzere, şeytanın artık tesir edemediği insanlar arasına girmiştir. Bu sebeple Allah bu kulunu, Nasuh tövbesine davet ediyor. Bu tövbenin diğerlerinden farkı, bozulması mümkün olmayan tövbedir. Bu husus, Tahrim-8. Ayette şöyle anlatılmaktadır. “Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler)! Allah'a Nasuh Tövbesi ile tövbe edin! Umulur ki Rabbiniz, sizin günahlarınızı örter ve sizi altından nehirler akan cennetlere koyar. O gün Allah, nebîleri ve O'nunla beraber olanları mahzun etmez. Onların nurları, önlerinde ve sağlarında koşar. “Rabbimiz, bizim nurumuzu tamamla ve bize mağfiret et (günahlarımızı sevaba çevir). Muhakkak ki Sen, her şeye kaadirsin.” derler.” Allah bu tövbeyi yapan kulunu salâh’a ulaştırıp, salâh nuru ile ödüllendiriyor. Bu sebeple ayette, “onların nurları önlerinde ve sağlarında koşar.” Denilmektedir. Kişi de, “Rabbimiz, bizim nurumuzu tamamla” diye dua ettiklerini görüyoruz. Yani kişi, Allah’ın iradesini de teslim almasını istiyor. Böylece İslamı yaşayan bir kişinin ulaşabileceği en yüksek makama ulaşmak istediğini ifade ediyor. Konumuza dönmek gerekirse, ihlas makamı irşat olunan noktadır. Kur’ânı kerimde Hz. Musa’nın kavmine, "Ey kavmim! Bana tâbî olun ki sizi irşad yoluna ulaştırayım." (Mümin-38.ayet,) Dediğini okuyoruz. İrşat olmak, ihlasa ulaşmak farzdır. Zümer-2. Ayette, “Muhakkak ki Biz, bu Kitab'ı sana hak ile indirdik. Öyleyse dîni O'na halis kılarak (muhlis olarak) Allah'a kul ol!” Buyurulmaktadır. Kur’ânı Kerimde bir konu emir kipi ile belirtilmiş ise kesinlikle farzdır. İşte, Allah’a ulaşmayı dilemekle başlayan İslam budur. Hedef halis, muhlis (afetlerinden arınmış) kul olmaktır. Hz. Peygamberimiz bir hadislerinde, “Müslüman elinden dilinden kimsenin zarar görmediği kişidir.” İfadesi işle söylemek istediği şey budur. Allahû Tealâ, bu kullarının özelliklerini A.İmran 134. Ayette vermektedir. ”Onlar (muttekîler), bollukta ve darlıkta (Allah için) infâk ederler (verirler) ve onlar öfkelerini yutanlardır (tutanlardır) ve insanları affedenlerdir. Ve Allah, muhsinleri sever.” Ayette görüldüğü gibi amaç insanların birbirlerini sevmesidir. Kişi Allah’ın verdiği nimetleri başkaları ile paylaşmaktadır. Kimseye öfkelenmiyorlar. Kendilerine yapılan hataları af ediyorlar. Gerçek mümin budur. Başkaları için yaşayan kişidir. Bu seviyeye gelmek, ancak Allah’a ulaşmayı dileyip, ihlas makamına ulaşan, mutlu kişilerin harcıdır. lutfitumturk@hotmail.com Lütfi TÜMTÜRK
|