Günümüz Şefaat Anlayışı Ahirette şefaat varmı dır? İslam’da şefaat anlayışı ile ilgili konuyu açmak istiyorum. Şefaat, hayırlı bir olayın olumlu neticelenmesine katkıda bulunmaktır. Günümüzde bu katkıya referans denir. İslam’i şefaat ise, Hz. Peygamberin ahirette müminlerin günahlarının af ve mağfiret edilmesi için, Allah’a tavassutta bulunmasıdır. Bu inanç ve kanaat o kadar kuvvetlidir ki, Müslümanların çoğunluğu, bir İslam ülkesinde ve bir Müslüman ailenin çocuğu olarak dünyaya geldiği için, Hz. Peygamberin tüm Müslümanlara ahirette şefaat edeceğine inanılır. Hâlbuki Hz. Peygamberimiz Kızı Fatma Validemize, “Kızım bana güvenme ahirette yardım edemem.” Şeklindeki hadisini biliyoruz. Ahirette böyle bir şeyin olmadığına dair, birçok ayet bulunmaktadır. 2/BAKARA-48: Vettekû yevmen lâ teczî nefsun an nefsin şey’en ve lâ yukbelu minhâ şefâatun ve lâ yu’hazu minhâ adlun ve lâ hum yunsarûn(yunsarûne). “Ve, bir kimseden diğer bir kimseye, bir şeyin ödenmeyeceği ve ondan (hiç kimseden) bir şefaatin kabul edilmeyeceği ve hiç kimseden bir fidye alınmayacağı ve onlara yardım edilmeyeceği günden sakının.” 2/BAKARA-123: Vettekû yevmen lâ teczî nefsun an nefsin şey’en ve lâ yukbelu minhâ adlun ve lâ tenfeuhâ şefâatun ve lâ hum yunsarûn (yunsarûne). “Kimseden kimseye bir şey ödenmediği ve onlardan bir fidye (bedel) kabul edilmeyeceği ve kendilerine şefaatin fayda vermeyeceği ve onlara yardım olunmayacağı bir günden sakının.” O zaman bu yanlış kanaat nasıl yerleşmiştir. Sorusunu cevaplayalım. İslam’da şefaat vardır. Allahû Teâlâ kutsal kitabımızda, bunu kullanacak dostları ile şefaate layık olanların özelliklerini vermektedir. Ancak, bu konu algılandığı gibi, ahirette değil, dünya’dadır. Bu konunun ayrıntılarını öğrenmek için şu ayetleri inceleyelim. 19/MERYEM-87: Lâ yemlikûneş şefâate illâ menittehaze inder rahmâni ahdâ (ahden). “Rahmân'ın indinde, ahd ittihaz edenlerden ( Ahd alanlardan) başkası şefaate malik olamaz.” 20/TÂHÂ-109: Yevme izin lâ tenfauş şefâatu illâ men ezine lehur rahmânu ve radıye lehu kavlâ. “İzin günü, Rahmân'ın kendisine izin verdiği ve sözünden razı olduğu (tasarruf rızasının sahibi) kimseden başkasının şefaati bir fayda vermez.” 4/NİSÂ-64: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ li yutâa bi iznillâh(iznillâhi), ve lev ennehum iz zalemû enfusehum câûke festagferûllâhe vestagfere lehumur resûlu le vecedûllâhe tevvâben rahîmâ. “Ve Biz, (hiç) bir resûlü, Allah'ın izniyle kendilerine itaat edilmesinden başka birşey için göndermedik. Ve onlar nefslerine zulmettikleri zaman, eğer sana gelselerdi, böylece Allah'tan mağfiret dileselerdi ve Resûl de onlar için mağfiret dileseydi, mutlaka Allah'ı, (iki tarafın da) tövbelerini (onların tövbesini ve Resûl'ün mağfiret talebini) kabul eden ve rahmet edici olarak bulurlardı.” Yukarıdaki ilk iki ayette şefaat yetkisi olanların özellikleri veriliyor. Bunların Allah’tan ahd alanlar olduğu bildiriliyor. İkinci ayette de bunların Allah’ın rızasını kazananlar olduğunu anlıyoruz. 3. Ayette de, şefaatin uygulanması açıklanıyor. Nefislerine zulmeden günahkâr kişi, Allah’tan af ve mağfiret dilediğinde, hidayetçisi olan resul, bu kişi için mağfiret dilediğinde, Allah iki talebi de kabul ediyor. İşte şefaat budur. Bu resul, Hz. Peygamber değil, yaşayan bir veli resul olduğuna dikkat edelim. Bu olayın ahiret ile de ilgisi yok. Günahkâr kişi ile şefaat yetkisi olan hidayetçi dünya’da yaşarken, bu olay gerçekleşiyor. Günahkâr kişi ve şefaatçi için açıklanan şartlar olmadan yapılan referans olsa bile, yukarıdaki Bakara-48. de anlatıldığı gibi bunun hiç bir kıymeti yoktur. Şefaatçinin özelliklerini öğrendik. Dünyadaki bu şefaat, rastgele yapılmıyor. Kişinin Şefaatti hak etmesi gerekiyor. Şimdi de şefaat edilecek günahkâr kişide aranan özellik ve şartları görelim. 40/MU'MİN-7: Ellezîne yahmilûnel arşa ve men havlehu yusebbihûne bi hamdi rabbihim ve yu’minûne bihî ve yestagfirûne lillezîne âmenû, rabbenâ vesi’te kulle şey’in rahmeten ve ilmen fagfir lillezîne tâbû vettebeû sebîleke vekıhim azâbel cahîm (cahîmi). “Arşı tutan melekler ve onun etrafındaki kişi (devrin imamı), Rab'lerini hamd ile tesbih ederler ve O'na îmân ederler. Ve âmenû olanlar için (Allah'tan) mağfiret dilerler: “Rabbimiz, Sen her şeyi rahmetle (rahmetinle) ve ilimle (ilminle) kuşattın. Böylece (mürşidin önünde) tövbe edenleri ve Senin yoluna (Sıratı Mustakîm'e) tâbî olanları mağfiret et (günahlarını sevaba çevir). Onları cehennem azabından koru!” Arşı tutan melekler ile devrin imamı, bazı kişiler için Allah’tan mağfiret diliyor. Bu kişiler Allah yoluna girmiş, günahları için tövbe edip âmenû olan kişi oldukları bildiriliyor. Konuyu biraz daha açalım. Bu kişi sadece Allaha inanan değil, Allah’ın irşat ile görevlendirdiği bir veli Mürşide tabi olmuş, hak mümin (Enfal-2-3) olduklarını anlıyoruz. Şu ayetleri de inceleyelim. 2/BAKARA-254: Yâ eyyûhellezîne âmenû enfikû mimmâ razaknâkum min kabli en ye’tiye yevmun lâ bey’un fîhi ve lâ hulletun ve lâ şefâah(şefâatun), vel kâfirûne humuz zâlimûn(zâlimûne). “Ey âmenû olanlar! İçinde, ne bir alışverişin ne bir dostluğun ve ne de bir şefaatin bulunmadığı gün (kıyâmet günü) gelmeden önce, size verdiğimiz rızıklardan infâk edin. Ve kâfirler, onlar zâlimlerdir.” 40/MU'MİN-18: Ve enzirhum yevmel âzifeti izil kulûbu ledel hanâciri kâzımîn(kâzımîne), mâ liz zâlimîne min hamîmin ve lâ şefîin yutâu. “Ve yaklaşan gün (kıyâmet günü) konusunda onları uyar. O zaman kalpler, korku ile hançerelere gelir (can boğaza gelir). Zalimler için yakın bir dost ve şefaati kabul edilir bir şefaatçi yoktur.” 53/NECM-26: Ve kem min melekin fîs semâvâti lâ tugnî şefâatuhum şey’en illâ min ba’di en ye’zenallâhu limen yeşâu ve yerdâ. “Ve göklerde nice melekler vardır ki, onların şefaatleri bir şeyle (hiçbir şekilde) fayda vermez. Allah'ın dilediği ve razı olduğu (tasarruf rızasına sahip) kimseye (devrin imamına) izin vermesinden sonrası hariç.” Yukarıdaki ilk ayette, Rabbimiz âmenu olanları uyarıyor. Size verdiğimiz rızıklardan ihtiyaç sahiplerine infak edilmesi hatırlatılıyor. İkinci ayette İslam’ı yaşamayanlar için, Can boğaza geldiğinde, ölüm korkusu ile yapılan mağfiret talebinin kıymeti olmadığı anlatılıyor. Son ayetimizde de, şefaatçinin Allah’ın rızasına kazanmış, Allah’ın izin verdiği kişiler oldukları bildiriliyor. Sadece bu kişiler, günahkârlar için, Allah indinde referans verilebiliyor. Şimdi de, Ahd almak konusu ile hak mümin konularını biraz daha açalım. 19/MERYEM-87: Lâ yemlikûneş şefâate illâ menittehaze inder rahmâni ahdâ(ahden). “Rahmân'ın indinde, ahd ittihaz edenlerden (Allah'tan ahd alanlardan) başkası şefaate malik olamaz.” 13/RA'D-20: Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâk(misâka). “Onlar, Allah'ın ahdini ifa ederler (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah'a teslim ederler). Ve misaklerini (diğer teslimlerle birlikte iradelerini de Allah'a teslim edeceklerine dair misaklerini) bozmazlar.” 13/RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi). “Ve onlar Allah'ın (ölümden evvel), Allah'a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O'na (Allah'a) ulaştırırlar. Ve Rab'lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.” Yukarıdaki ayetler, Allah’tan ahd alanların, üst derece takva sahibi, Allah dostu oldukları çok açık olarak anlaşılıyor. Bu mübarekler kendilerine tabi olan talebeleri için, Allah’tan mağfiret talebinde bulunabiliyor. Onun için bunları arayıp bulmak gerekir. Hak mümin konusuna gelince, Kutsal kitabımızda Allah’a ve ahirette samimiyet ile inanan herkes mümin sayılıyor. Ancak, sadece inanmak hak mümin olmak için yeterli olmuyor. Bu inancını yaşamaya çalışmak için Allah’a yönelmek, bir Allah dostuna tabi olmak gerekiyor. Bu konu ile ilgili şu ayetleri de inceleyelim. 8/ENFÂL-2: İnnemel mu'minûnellezîne izâ zukirallâhu vecilet kulûbuhum ve izâ tuliyet aleyhim âyâtuhu zâdethum îmânen ve alâ rabbihim yetevekkelûn (yetevekkelûne). “Gerçek mü'minler onlardır ki; Allah zikredildiği zaman kalpleri titrer (cezbelenir). Ve onlara Allah'ın âyetleri okunduğu zaman onların îmânlarını arttırır ve Rab'lerine tevekkül ederler.” 8/ENFÂL-3: Ellezîne yukîmûnes salâte ve mimmâ razaknâhum yunfikûn(yunfikûne). Onlar namazlarını ikame ederler (kılarlar) ve rızık olarak verdiğimiz şeylerden infâk ederler. 8/ENFÂL-4: Ulâike humul mu’minûne hakkâ(hakkan), lehum derecâtun inde rabbihim ve magfiretun ve rızkun kerîm. İşte onlar gerçek mü'minlerdir. Onların Rab'lerinin yanında dereceleri vardır. Ve onlar için mağfiret (günahların sevaba çevrilmesi) vardır ve kerim bir rızık vardır. Yukarıdaki ayetlerde hak müminlerin özellikleri veriliyor. Bu kişilerin şefaate layık oldukları anlaşılıyor. Konumuzu kısaca tekrar edelim. Genel olarak insanlarımızın yanlış olarak algıladığı, Şefaat ahirette değil, dünyada hak edenler için yapılan referans olduğunu öğrendik. Herkese şefaat anlayışı, insanlarımızın rehavete düşmelerine ve dine sarılmalarına mani oluyor. Onun için bu konuyu açmaya çalıştık. Umarım faydalı olmuştur. Okuyucularımızı, Allah’ın kendileri için görevlendirdiği hidayetçilerini bulabilmek için, Perşembeyi Cuma’ya bağlayan gece hacet namazı kılarak, Allah’tan hidayetçi ve mürşitlerini sormalarını tavsiye ederiz. Hidayetçinin kendisine tabi olan talebeleri için yaptığı mağfiret talebi şefaat’tir. 7.Ekim.2023 lutfitumturk@hotmail.com Lütfi TÜMTÜRK
|