Hz. Peygamber Döneminde Çağımızda Yaşanan İslam-2 Önceki yazımızda, çağımızda İslam’ın gerçek boyutları ile yaşanmadığı için Müslüman toplumlarında belaların eksik olmadığı, imtihanların yaşandığını söylemiş. Müslümanların varlık içinde yokluk çektiklerini iddiası ile dinimizin Hz. Peygamberimiz döneminde olduğu gibi yaşanabilmesi düşüncesi ile asr suresinde bahsi geçen kavramları incelemiştik. Bu yazımızda ise Nebi ve Resul kavramları ile tabiiyet ve hidayet konularındaki anlayış farklılıklarını inceleyip, Hatalarımızı düzeltmeye çalışacağız. Önce Nebi resul kavramlarını görelim. Nebi ve Resul kavramları. 3/ÂLİ İMRÂN-81: Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tensurunneh(tensurunnehu), kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn (şâhidîne). Ve Allah, nebilerden, “Size kitap ve hikmet verdim. Sonra size, beraberinizde olanı (Allah'ın size verdiği kitapları) tasdik eden bir Resûl geldiği zaman, O'na mutlaka îmân edeceksiniz ve O'na mutlaka yardım edeceksiniz” diye misak aldığı zaman, “İkrar ettiniz mi (kabul ettiniz mi?) ve bu ağır (ahdimi) üzerinize aldınız mı?” diye buyurdu. (Onlar da): “İkrar ettik (kabul ettik)” dediler. (Allahû Teâlâ): “Öyleyse şahit olun ve Ben sizinle beraber şahitlerdenim.” buyurdu. 23/MU'MİNÛN-44: Summe erselnâ rusulenâ tetrâ, kullemâ câe ummeten resûluhâ kezzebûhu fe etbâ’nâ ba’dahum ba’dan ve cealnâhum ehâdîs(ehâdîse), fe bu’den li kavmin lâ yu’minûn. “Sonra Biz, resûllerimizi ardarda (arası kesilmeksizin) gönderdik. Her ümmete resûlü geldiği zaman, her defasında onu yalanladılar. Biz de onları birbiri arkasından (helâk ettik). Ve onları efsane kıldık. Artık mü'min olmayan kavim (Allah'ın rahmetinden) uzak olsun.” Nebi, Arapça nübüvvet sahibi Peygamber manasında olduğunu hepimiz biliyoruz. Resul kavramı ise Risalet sahibi Allah dostlarıdır. Diğer ülkeleri bilmem ama bizim ülkemizdeki din görevlileri, Resullerin kitap sahibi olmalarına karşılık, nebilerin kitap sahibi olmayan peygamber olduğu insanlarımıza öğretiliyor. Bu en büyük yanlışlıktır. Bunu bilen Allah dostları, din görevlilerini üzmemek, bir anlaşmazlık çıkmaması için bu yanlışlığa parmak basmıyorlar. Kutsal kitabımızdaki Resul kavramının geçtiği her ayeti açıklarken, Resul kavramı yerine Nebi veya peygamber kavramı kullanıldığında, bir kelimesi değişmeyen kutsal kitabımızın manası bozuluyor. Bunu görmek için âlim olmaya gerek yok. Yukarıdaki iki ayet bunu açıkça gösteriyor. İlk ayetin başında, Allah nebilerine kitap ve hikmet verdiğini söylüyor. Fazla söze gerek yok. Ayetin orijinalinden Arapça bilen veya bilmeyen bunu açıkça görüyor. İkinci ayette de, Resullerin ard arda gönderildiği belirtiliyor. Hz. Peygamberimiz, Hz. İsa arasında 600 sene var. Bunun gibi Nebiler arası fetret devirlerinde nebi olmayan veli resuller görev yapmış. Bakara 87. ayette bu husus tekrar ediliyor. İmanın şartlarından olan “Resullere İman” bunu gerektiriyor. Fakat hocalarımız Resullere İman kavramını nebilere iman olarak algılıyor. Öyle öğretiyorlar. 33/AHZÂB-40: Mâ kâne muhammedun ebâ ehadin min ricâlikum, ve lâkin resûlallâhi ve hâtemen nebiyyin(nebiyyine), ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ(alîmen). Muhammed (A.S), sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası olmamıştır (değildir). Fakat Allah'ın Resûl'ü ve Nebîler'in (Peygamberler'in) Hatemi'dir (Sonuncusudur). Allah, her şeyi en iyi bilendir. Hz. Peygamberimiz Allah’ın son Nebisi’dir. Nebilik son bulmuş. Resullüğün devam ettiği, Muminun-44. Ayetten anlaşılıyor. Bu bilgilerden Nebiler, resul olduğu gibi, peygamber olmayan veli resullerin de, nebi olmayan veli resul olduğu açıkça anlaşılıyor. Bu açık delillere rağmen günümüz öğretilerine göre kutsal kitabımızdaki imanın şartlarından olan “Resullere iman” yanlış algılanıyor. İnsanlarımıza Resullere iman, nebilere iman olarak öğretildiği için, yaşayan veli resullerin aranmaları engellenmekte ve insanların hidayetlerine engel olunmaktadır. Bu sağlam delillere rağmen kelam okunuş âlimlerimizin aksini iddia etmelerini anlamak mümkün değildir. Bu husus yanlış öğretildiğinden, yaşayan veli resuller aranmıyor. Onlara tabiiyet olayı da bilinmiyor. İslamda Tabiiyet Mecburiyeti: 3/ÂLİ İMRÂN-164: Le kad mennallâhu alel mu’minîne iz bease fîhim resûlen min enfusihim yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn (mubînin). “Andolsun ki Allah, mü'minlerin (başlarının) üzerine (devrin imamının ruhu) bir ni'met olmak üzere (onların aralarında, kendi kavminin içinde) kendilerinden bir resûl beas eder. Onlara O'nun (Allah'ın) âyetlerini tilâvet eder, onları tezkiye eder ve onlara kitap ve hikmeti öğretir. Ondan evvel (Allah'a ulaşmayı dilemeden evvel) onlar gerçekten açık bir dalâlet içinde idiler.” 20/TÂHÂ-123: Kâlehbitâ minhâ cemîan ba’dukum li ba’dın aduvv(aduvvun), fe immâ ye’tiyennekum minnî huden fe menittebea hudâye fe lâ yadıllu ve lâ yeşkâ. “(Allahû Tealâ şöyle) dedi: “İkiniz oradan (aşağı) inin! Hepiniz (şeytan ve siz), birbirinize düşman olarak. Bundan sonra Benden size mutlaka hidayet gelecek. O zaman kim hidayetime tâbî olursa artık o, dalâlette kalmaz ve şâkî olmaz.” 4/NİSÂ-64: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ li yutâa bi iznillâh(iznillâhi), ve lev ennehum iz zalemû enfusehum câûke festagferûllâhe vestagfere lehumur resûlu le vecedûllâhe tevvâben rahîmâ. Ve Biz, (hiç) bir resûlü, Allah'ın izniyle kendilerine itaat edilmesinden başka birşey için göndermedik. Ve onlar nefslerine zulmettikleri zaman, eğer sana gelselerdi, böylece Allah'tan mağfiret dileselerdi ve Resûl de onlar için mağfiret dileseydi, mutlaka Allah'ı, (iki tarafın da) tövbelerini (onların tövbesini ve Resûl'ün mağfiret talebini) kabul eden ve rahmet edici olarak bulurlardı. Yukarıdaki ilk ayette insanların kendilerinden (Halen yaşayan, görüp Tanıyıp, bildikleri,) olan bir resule tabi olmamaları halinde dalalette kalacakları bildiriliyor. İkinci ayette hidayetçiye tabi olunmasının gerektiği, üçüncü ayette de, bu resullerin dualarımıza iştirak etmeleri halinde her iki duanın kabul edileceği bildiriliyor. Görüldüğü gibi tabiiyet gerekiyor. Onların duaları ile bizim dualarımız da kabul oluyor. İşte şefaat olayı budur. Günümüz insanları çağımızda veli resul olduğunu bilmiyor. Mürşide inananlar var. Ancak, onlar da kınanıyor, dışlanıyor. Hidayet ve Delalet kavramları. 3/ÂLİ İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi………………. Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet Allah'a ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah'a ulaşmasıdır.) … 2/BAKARA-120: Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ…………….. “Ve sen onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden asla razı olmazlar. De ki: “Muhakkak ki Allah'a ulaşmak (Allah'ın Kendisine ulaştırması) işte o, hidayettir.”. ……………… Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi Hidayet (Ruhumuzun) Allah’a ulaşmasıdır. Çağımız âlimleri bu ulaşma olayını fizik vücut ile zannettikleri için olayı kavrayamıyor. Gerçekte bu gerçeği bilenler var. Ancak İblisin saptırması yüzünden inanmayanlar çoğunlukta olduğu için, gerçeği bilen Allah dostları ve âlimlerinin sesleri pek çıkmıyor. Çağımızda namazını kılarak İslam’ı yaşmaya çalışan kişilerin hidayet ehli oldukları zannediliyor. Hâlbuki hidayete ulaşmak çok kolay, kişi samimiyetle Allah’a yöneldiğinde hidayet üzere oluyor. Kişi, Allah’ın yönlendirdiği veli mürşidine tabi olup, nefis tezkiyesine başladığında, Allah onun ruhunu kendisine ulaştıracak. Tekrar edelim fizik vücut değil, kişiye davranışlarında kendisine rehberlik yapan ruhunu, kendisine ulaştıracak. O zaman kişi dünya mutluluğunu yaşamaya başlayacak. Ahirette de cenneti hak edecektir. Hidayete ulaşmak bu kadar kolay, çünkü Allah samimiyetle kendisine yaklaşan kulunu bizzat kendisine ulaştıracaktır. Kişi sadece bir niyet karşılığı, dünya ve ahiret saadetine ulaşıyor. Şimdi bunu ispat eden kur’ân ayetlerini görelim. 13/RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi). Ve onlar Allah'ın (ölümden evvel), Allah'a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O'na (Allah'a) ulaştırırlar. Ve Rab'lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar. 13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(rabbihi), kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe). Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O'na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).” 10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn (gâfilûne). Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır. Yukarıdaki ilk ayette Ruhun teslimi anlatılıyor. İkinci ayetimizde, bunu talep edenleri Allahın onları kendisine ulaştırarak hidayete erdirdiği anlatılıyor. Üçüncü ayette de, bu teslimiyeti inanmayanların Allah’ın ayetlerinden gafil oldukları bildiriliyor. Görüldüğü gibi İslam’ın temel kaynağı olan kutsal kitabımızdaki emirler aynen böyledir. İslam Allah’ın kitabından ve Hz. Peygamberin kur’ân ile örtüşen hadislerinden öğrenilir. Kutsal kitabımız Allah’ın korumasında bir kelimesi bile değiştirilmemiştir. Günümüz insanları Arapça bilmiyorum diye, din görevlilerinin sözleri ile İslam’ı yaşamaya çalışıyor. Onlar da, âlim geçinen şahısların kitaplardan öğrendiklerini bize anlatıyorlar. Hâlbuki İblis insanları Allah yolundan saptırmak için gerçekleri kapatıyor. Bu gerçekler kur’ân öğretmeni olan görevlisi Veli resul ve onların yardımcısı olan veli mürşit’lerden öğrenilir. İmanın şartlarından olan veli resuller aranmayınca, Nefis tezkiyesi yapılamıyor. İslam eksik yaşanıyor. Allah’ın yardımı alınamadığı için, Müslümanlar varlık içinde yokluk çekiyor. İslam düşmanlarının baskıları altında eziliyor. İslam dünyasının yaşadığı belalardan kurtulmak için, Allah’a sarılmak, onun emirlerini yaşamak, yaşatmak gerekir. O zaman Allah’ın yardımı ile her zorluk yenilecek. İnsanlarımız yeniden saadet asrına kavuşacaklarına inanıyoruz. İnsanlarımızın durumlarını gözden geçirip, Allah’a yönelmelerini tavsiye ediyoruz. 19 Mayıs 2024 lutfitumturk@hotmail.com Lütfi TÜMTÜRK
|