Kütahya Osmanlı Kültürünü Yayma ve Yaşatma Derneği okyay derneği
Tasavvuf ve Tarikat Nedir? Kâmil İnsan Olmak. |
Okyay Derneği » Tasavvuf ve Tarikat Nedir? Kâmil İnsan Olmak. --- |
Tasavvuf ve Tarikat Nedir? Kâmil İnsan Olmak. Sözlüklerde tasavvuf, “Allah, insan ve toplum ilişkilerini açıklayan, insanın ilahi erdemlere bezenmesini amaçlayan dini ve felsefi bir düşüncedir.” Şeklinde tarif edilir. Temelinde günah işlemekten sakınmak, dünyevi işleri ikinci plana atmak ve Allah’ı zikretmek, kalbin ancak bu şekilde temiz tutulacağına inanmak şeklinde, bir kültür, bir hayat tarzı olarak bilinen tasavvuf, İslam ülkelerinde 12. yüzyıldan sonra tarikatlar şeklinde ortaya çıkmıştır. Kişileri nefsin afetlerinden arındırıp, topluma yararlı bireylerin yetişmesinde önemli bir öğreti olarak, Selçuk ve Osmanlı döneminde yoğun olarak yaşanmıştır. Tarik Arapça yol demektir. Tarikat ise yollar (çoğul) anlamındadır. Tasavvufi manada, Allah’a giden yol, Allah’ta yok olma, onun emir ve yasaklarına teslim olma öğretisi olarak bilinir. İslam’da olduğu gibi, Hıristiyan ve Musevi toplumlarında da Allah’a giden öğretiler, Sûfilik adı altında yaşanmaktadır. Diğer tüm inanç sistemlerinde de benzer kültürler vardır. Hepsinin temelinde, Allah’ın emirlerinin dünyada yaşanması sureti ile dünya ve ahiret saadetinin kazanılması vardır. Günümüzde, Hz. Peygamberimiz zamanında böyle uygulama yoktu. Bunlar sonradan çıkan, dinde aşırıya gitmedir. Şeklinde düşünülüyor. Toplumumuzun bir kısmı tasavvufu yaşayanları saygı ile karşılarken, diğer bir kısım insanlarımız, bu öğretiyi tenkit etmektedir. Bu sebeple bir kavram kargaşası yaşanıyor. Aynı aile içinde bile farklı düşünen insanlarımız var. Tarikat ve tasavvufi öğreti gerçekte nedir? Kur’ândaki İslam’ın Allah’ın emrettiği şekilde yaşanması için tasavvuf zorunlu mudur? Sorularını cevaplamaya çalışalım. Hz. Musa ve Hz. İsa’nın sağlığında olduğu gibi, Hz. Peygamberimiz döneminde de İslam, inananlar tarafından Allah’ın emrettiği gibi yaşandı. Bu durum, Hülafa-i Raşidin (irşat eden halifeler) döneminde de aynen devam etti. Bu dönemde Allah’ın emri olan vahdet (Birlik) tam manası ile yaşandı. Hiçbir tefrikaya izin verilmedi. Bu sebeple Asrı Saadet’te farklı mezhep yoktu. Kur’ândaki İslam, Hz. Peygamberin öğrettiği gibi yaşanıyor. Müminler zamanımıza göre oldukça fakir olmalarına rağmen, Allah’ın yardımı ile herkes mutluydu. Bu sebeple Allah, Hz. Peygamber ve sahabesine tabi olanların (Muhacir ve Ensar) cennete olacaklarını bildiriyor. (Tevbe-100) Ancak, Hz. Ali’nin vefatından sonra itilaflar başladı. İslam ve Allah’ın kitabını herkes kabul ediyordu. Ancak, Ayetler ve Hz. Peygamberin sünnetleri farklı yorumlanmaya başlandı. Medine’de ve Şam’da iki farklı Halife’ye biat edildi. Bu yüzden mezhepler meydana geldi. Her grup İslam’ı kendilerinin yaşadığını iddia ediyor. Diğerini tanımıyordu. İslam’a ilk tefrika bu şekilde girdi. Mezhepler meydana geldi. Rivayete göre Hz. Peygamberden üç yüz yıl sonra, İslam âlimleri toplanarak, dört mezhebin hak, diğer mezhep farklılıklarının hak olmadığı kabul edildi. Ehlisünnet itikatları denilen, Hanefi, Şafi, Hambeli ve Malikinin mezheplerinin dışında bu gün bile farklı mezhep grupları var. İran ve Azerbaycan halkı Caferi mezhebine mensuptur. Ülkemizde yirmi milyon civarında Caferi kardeşimiz olduğu söyleniyor. Bazı İslam ülkelerinde Caferi ve İsmail-i gibi daha farklı gruplar var. Bunların hepsi de İslam’ı sadece kendilerinin yaşadığını, diğer grupların İslam dışı olduğu iddia ediliyor. İslam düşmanları da bu farklılıkları kullanılarak, İslam birliği kolayca engelleniyor. Bu gün Suriye, Irak, Libya, Yemen, Afganistan ve Pakistan’da mezhep savaşları yapılıyor. Ülkemizde de siyasi birliğin sağlanamamasının sebeplerinden biri budur. Ehli Sünnet âlimleri mezhep farklılıkların rahmet olduğunu, her gruba saygı gösterilmesinin gerektiğini bildiriyor. Buna rağmen, İslam toplumlarının hepsi, birbirleri ile kavgalı. İslam düşmanları bu farklılıkları tahrik ediyor. Hıristiyan âleminde de, Ortodoks, Katolik, Protestan gibi mezhepler var. Farklı düşüncelerini koruyarak, birbirlerine saygı gösterip, yardımlaşıyorlar. Suriye mültecileri için hiçbir fedakârlık yapmayan Avrupa, ekonomik olarak batan Yunanistan’ın, beş yüz Milyar Avro dan fazla borcunu bir kalemde sildi. İşte din kardeşliği budur. Hıristiyanlar birbirlerini korurken, birlik meydana getirmeleri gereken Müslümanlar, birbirleri ile sürtüşüyor. Müslümanlar tevhidi yaşayamadıkları için Allah’ın yardımını alamıyor. Varlık içinde yoksulluk yaşanıyor. İslam Arapça (slm) kökünden gelir. Türkçe sulh, sükûn demektir. Kelimenin başına elif geldiğinde, İslam olur, Türkçe, Teslim demektir. Kelimenin başına Arapça (Mim) harfi geldiğinde, Müslim olur. Teslim olmak demektir. Müslüman, teslim olan kişi, Müslimun da teslim olanlar (çoğul) manasındadır. İslam teslim dinidir. Allah’ın emir ve yasaklarına teslim olmaktır. Allah, Müslümanların Dünya’da nasıl yaşamaları gerektiğini kutsal kitabımız olan Kur’ânı kerimde bildirmiş, Hz. Peygamberimiz de uygulamalı olarak öğretmiştir. İslam’ın esaslarından biri, müminlerin nefislerini afetlerinden arındırıp (tezkiye), kâmil insan olmasıdır. Fertlerin elinden, dilinden kimsenin zarar görmediği, topluma ve ailesine yararlı kâmil kişi olmasıdır. Bu teslim olma hususu çağımızda maalesef unutulmuş terk edilmiştir. İnsanlarımız İslam’ın şartlarından biri olan, namaz kılmakla İslam olduğunu ve ahirette de cennete gideceklerini inanıyor. Allah’a teslim olmak keyfiyetinden başka, tabiiyet ve zikir gibi bazı ameller artık bilinmiyor. Bunlar terk edilmiş. Hâlbuki Sahabenin tamamı Hz. Peygamberimize, sonraki, nesiller tabiine, daha sonrakiler de, tabiine tabi olanlar (tebe-i Tabiin)’a olmuş. Hz. Peygamberin tatbikatını uygulayarak, saadet asrı meydana getirilmiş. Hepsi hidayete ermişler. 3/ÂLİ İMRÂN-20: Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebean(menittebeani), ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâg (belâgu), vallâhu basîrun bil ibâd (ibâdi). “Bundan sonra eğer seninle tartışırlarsa o zaman onlara de ki: “Ben ve bana tâbi olanlar vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah'a teslim ettik.” O kitab verilenlere ve ümmîlere: “Siz de vechinizi (fizik vücudunuzu) (Allah'a) teslim ettiniz mi?” de. Eğer teslim ettilerse, o taktirde, hidayete ermişlerdir. Ve eğer yüz çevirirlerse, o zaman sana düşen sadece tebliğdir. Ve Allah, kullarını en iyi görendir.” Çağımızda her mezhepten bazı Allah dostları, kendisine tabi olan talebelerinin nefislerini arındırmak için, Allah’ın emri ile farklı esmaları kullanıyor. Bu sebeple kişilerin ruhlarını Allah’a ulaştıran farklı yollar meydana gelmiş. Allah tarafından görevlendirilmiş olmak şartı ile bütün tarikatlar, Allah yolunun yolcularıdır. Ancak, aralarında Nahl suresi-9. Ayetinde açıklandığı gibi, sapkın (gerçek) olanlar da var. Onun için kişiler, irşat makamını hacet namazı ile Allah’tan bizzat sorup öğrenmeli, ona ulaşıp tavsiye edilen (zikir) reçeteyi hayatında tatbik etmelidir. Allah’ın gösterdiği makama tabi olanlar, nefislerini tezkiye ettikleri için Dünya’da mutluluğu yaşar. İbadetlerini zevkle yapar. Onlar başkaları için yaşar. Ailesine, ülkesine, çevresine faydalı, sevilen, sayılan kişi olur. Dolayısı ile dünyada mutluluğu yaşanır. Ahirette de cennete gideceğine inanır. Bu hayata tasavvuf hayatı denir. Tasavvuf mensubu kâmil kişi olmaya adaydır. Tasavvuf hayatının temelinde Allah sevgisi, aşk vardır. Herkes sevilir. Gelecek endişesi yaşamaz. Kimseden korkmaz. Allah’ın kendisine ihsan ettiği nimetleri yeterli kabul eder. Hiçbir şeyin fazlasını istemez. Allah’ın rızası onun için her şeyin üstündedir. Bütün hayatını mutluluklar içinde geçirir. Selçuklu ve Osmanlı dönemi mahalle ve köylerindeki, tasavvuf dergâhları kâmil insan mektepleri olarak vazife yapardı. Yönetici, esnaf, çiftçi ve ev hanımlarının topluma yararlı hizmetlerin üretilmesinde çok etkili olurlardı. Ülkemizin kurtuluş mücadelesinde, İstanbul’daki Özbek Dergâhları milli kuvvetlere büyük destek verdiği bilinir. Tasavvuf mektepleri, toplum fertlerinin verimli birer vatandaş olmalarını sağlardı. Osmanlıda saray erkânının çoğunluğu Mevlevi, asker Bektaşi, Esnaf Ahi, ev hanımları da Bacıyanı rum dergâhına bağlıydı. Kalitesiz mal üreten esnafın pabucu dama atılarak cezalandırılırdı. Tasavvufi hayat bir aşk meselesidir. Mecburi değildir. Allah’a âşık olup ona yaklaşmak isteyenler, Önce buna niyet eder. Yani Allah’a ruhen ulaşmayı dileyip, İrşat makamını Allah’tan hacet namazı ile sorar. Kendisine gösterilen Allah dostuna tabi olur. Bu Allah dostunun tavsiyesine uygun amel (zikir ve hizmet) yapıldığında, Allah’ın yardımının geldiği hissedilir. Zikir seviyesine uygun olarak nefsi afetlerinden arındığında, aynı oranda dünya mutluluğu yaşanmaya başlanır. Kişinin teslimiyet derecesine göre, Allah’ın fizik ötesi ikramlarını almak olasıdır. İşte Tasavvuf ve tarikat yollu budur. Bu yol sahiplerinden hiçbir kimse ve topluma zarar gelmez. Fayda gelir. Ülkemizde Hacı Bayramı veli, Somuncu Baba, Merkez Efendi gibi evliyalar hep bu ocaklardan yetişmişlerdir. Onlar da kendilerine tabi olan talebelerine dünya ve ahiret mutluluğunu yaşattılar. Bu mübareklerin en çok bilineni Konya’mızın iftiharı Hz. Mevlânâ, Tasavvufta, ilahi Aşk’ı esas almıştır. Mevlânâ’ya göre insan hangi din ve mezhepten olursa olsun Allah’ın yanında eşittir. Mevlânâ’nın bu hoşgörülü yaklaşımı sebebiyle, sadece İslam dünyasının değil, Hıristiyan dünyasının da dikkatini çekmiş. Uluslararası şöhret kazanmıştır. Tarikat ve Tasavvuf hayatı, Hz. Peygamberimiz ve onun şerefli sahabesinin yaşadığı hayattır. Allah’ın Kur’ân’da emrettiği İslam’ın ta kendisidir. Allah’ın yardımını almak, bu güzellikleri yaşamak isteyenlerin Allah’a yönelip, onun gösterdiği bir veliye tabi olmadan bu hayat yaşanamaz. Dileyen İslam’ın bu gül bahçesine girer. Dünya mutluluğunu yaşar. Ahiretini de kurtarır. Biz sadece tavsiye ederiz. Okuyucularımızın Ramazanı şeriflerini Kutlar, insanlarımızın hidayetine, İslam dünyasının silkinip kurtuluşuna vesile olmasını dilerim. 18 Mayıs 2018 lutfitumturk@hotmail.com Lütfi Tümtürk |
Okyay Derneği » Tasavvuf ve Tarikat Nedir? Kâmil İnsan Olmak.
|